30 Temmuz 2025 Çarşamba

Kendime intihar notu

 "tek gerçek kanun ölüm"


Kahramanımız Yaşar doğum gününü kutlamak için sıkça uğradığı harman isimli barın masasında bulduğu eski bir gazetenin üzerine yazdığı son cümlelerinin ilk satırı buydu.. Yaşar yirmili yaşlarının sonuna dayanmış, karayağız, müzdarip bulunduğu dertlerin dermanını şişe diplerinde arayan işsiz, çevresine de pek faydası dokunmamış bir gençti, kimseyle muhabbeti olmamasının yanı sıra dışarıda yürürken bile eskimiş açık füme deri ceketi sokaktan geçen insanların yolunu değiştirmesine yetiyordu. Dünyaya ilk ve son iyiliğini yapmadan önce bu tesadüf eseri sahip olduğu bilincine son vazife bilerek intihar etmeden uzun bir not yazmayı arzuluyordu, ne de olsa acelesi yoktu, ailesi dahil çevresindeki herkes ya ölmüş ya unutulmuş ya da kendisine yüz çevirmişti bu sebepten ötürü kaleme almakta olduğu bu notu sadece kendisi ve cenazesini bulacak olan polis okuyacaktı, aklına bu düşünce gelince gazete kağıdının köşesine iliştirdi, "Kendime intihar notu" Yaşar aslında bu kararı çoktan almıştı, almaması için de bir sebep de yoktu zira en hayat dolu insana bile Yaşarın yaşantısından bir kesit gösterilse iyilik yapmak için onu bulup elleriyle öldürürdü, yıllardır oturduğu mahalleye dahi rahatça girip çıkamıyor esnafa taktığı borçlardan ötürü pek kimsenin kullanmadığı dar uzun bir yolu kullanıp oradan da sokak köpeklerinin bile uğramadığı mahallelerdeki birahanelerde vakit geçiriyordu ayda bir de zifiri karanlık çökünce kaleönünde takılan yüzünü bile göremediği sarışın bir hayat kadınıyla cami tuvaletinde ilişki yaşıyordu. Bir gün yine alkol içerken barın duvarındaki dart ilgisini çekti ve dartın üzerindeki oku ceketine attığı gibi evine doğru yola koyuldu, evine girer girmez duvardaki takvim yapraklarını koparıp yere attı ardından cebindeki oku çıkarıp havaya fırlattı, okun düştüğü tarih 12 Eylül 2025 yani 1 yıl sonraki doğum günüydü "Tanrı bile benimle alay ediyor" dedi kendi kendine zira o ok yaşamına son vereceği günü işaret ediyordu, artık neredeyse günlüğe dönmüş intihar notunu çıkarıp yazmaya devam etti; 

" İnsanın potansiyeli kanepenin arasına sıkışmış bozuk paraya benzer, otururken tesadüf eseri fark edersin, parayı ürkütmeden yavaşça parmak hareketleriyle almaya çalışırken ya tamamen düşürüp kaybedersin ya da tutmayı başarırsın, ben bozuk parayı tutabilenlerdenim fakat elime aldığımda fark ettim ki para çoktan tedavülden kalkmıştı." evet yaşarın boşa harcanmış bir potansiyeli mevcuttu fakat bu potansiyeli sonuna kadar kullansa bile dünyaya en fazla bir çam ağacı kadar fayda sağlayabilirdi, yıllar boyunca sürekli dış etkenleri bahane ederek baskıladığı karakterini ortaya çıkaramadığı için hiç varedilmemiş yetilerini kendi iç dünyasında abartıyordu ve aynı zamanda yarattığı bu kısır döngü kendini daha da dibe çekmesinde büyük rol oynuyordu. Cümlelerini bitirdikten sonra eli sigara paketine uzandı, paketin boş olduğunu fark eden Yaşar yerinden kalkıp ceketini aldı ve kendini dışarı attı. Saat gece 3 suları "bu saatte açık yer bulmak zor" dedi kendi kendine ve açık bakkal bulana dek yollara koyuldu, saatlerce yavaş adımlarla yürüdü en sonunda kendini tren garının önünde buluverdi, kafasında tek bir düşünce dahi geçmiyordu ta ki kendini bir vagonunun içinde ankara istikametine doğru ilerleyen bir trene binmiş olarak buldu, hem son kez eski günleri yad etmiş olacak hem de belki notunu yazmaya devam etmek için ilham bulmuş olacaktı, koltuğuna hiç oturmadan restorant bölümüne geçti ve insanlara mümkün olduğunca uzak bir yere geçip oturdu, dalgın bir şekilde trenin camdan dışarıyı seyrederken 1900lü yılların giyim kuşamına sahip bir adamın yansımasıyla karşılaştı kafasını çevirip adama baktı, adam gür bir ses tonuyla "iyi akşamlar saygıdeğer yolcu!" dedi Yaşar şaşırmış bir şekilde adamı incelerken adam "hafifçe gülerek beni beğendiniz sanırım? tasalanmayın bilmukabele, müsade buyurursanız oturmak isterim zira diğer tüm masalar dolu" dedi ve Yaşarın onayını beklemeden oturdu. Adam hiç gözlerini ayırmadan Yaşara bakıyor Yaşar ise oralı olmadan dışarıyı seyretmeye devam ediyordu, derken bir anlığına adamla göz göze geldi bunu fırsat bilen adam sordu "Tam şuan aklınızdan ne geçiyor sayın yolcu?" Yaşar adamdan rahatsız olduğunu belirtmek için duruşunu düzeltip söze başlayacaktı ta ki adam buna fırsat bile vermeyerek "Efendim kabalığımı mazur görünüz kendimi tanıtmadım ben deniz Korhan Şensoy!" diyerek masanın üzerinden kartvizitini uzattı kartın üzerinde A. Rıza Eskici isminden başka bir şey yazmıyordu, başta adamın deli olduğunu düşünen Yaşar adamla konuşmaya başladı fakat diyaloğun devamında adamın yazar olduğunu öğrendi, notunu yazmaya devam ederken Korhandan öğrendikleri işe yarayabilirdi bunu fırsat bilen Yaşar tüm hayatını adama anlatmaya başladı, Korhan dikkatlice dinliyor zaman zaman söze girerek yerinde sorular soruyordu. Vakit hızlı geçmişti tren Ankara raylarına kavuşmak üzereyken Korhan, Yaşara bir teklifte bulundu "Gerçekten çok etkileyici ve ilham verici bir hayat hikayeniz var sayın Yaşar, şuan üzerinde çalışmakta olduğum tiyatro eserini sayenizde tamamlayabilirim aynı zamanda tiyatromda sahne almanızı teklif ediyorum eşi görülmemiş bir oyun sergileyeceğiz!" dedi, bunu merak eden Yaşar adama kendisine nasıl bir rol teklif ettiğini sordu, Korhan ise iki elini masaya koyarak "Bok!" dedi ardından gülmeye başladı ve devam etti "giriş faslında atın sahneye bıraktığı bok olacaksınız ve oyun boyunca sahnenin kenarında hareketsiz kalacaksınız" diye ekledi, Yaşar bu duruma herhangi bir reaksiyon göstermedi zira ne kendine saygısı ne de enerjisi kalmıştı derin bir nefes verdikten sonra kafasını çevirip camdan dışarıyı seyretmeye devam etti, Yaşardan tepki alamayan adam ise yargılayıcı bakışlarla ayağa kalktıktan sonra cebinden çıkardığı piposunu yaktıktan sonra ağır adımlarla gözden kayboldu.

"Günler geçtikçe hayatım absürt bir filme dönüşüyor gibi, sanki günden güne hayat gerçekliğini yitiriyor, insanlar, yüzler, kurulan cümleler, karşılaştığım olaylar eskisi gibi gerçek hissettirmiyor, sanki gerçeklik parçalanmaya başlıyor ve ardında gizlediği gizemi yavaşça ortaya çıkarıyor gibi, rüyalarım daha gerçek hafızamdaki anılar daha elle tutulur gelmeye başladı belki de zihnim kendimi öldürmemem için son kozunu oynayarak beni hayatta tutmak adına beni bir deliye dönüştürmeye çalışıyordur." Yaşar trende uyuya kalmıştı uyandığında trenin durduğunu fark etti ve iner inmez ilk gördüğü büfeye uğrayarak bir paket monte carlo istedi ve dönüş için Kayseri trenine doğru yürümeye devam etti.

Günler Yaşar için geçmek bilmiyordu, intihar edeceği günü sabırsızlıkla bekliyordu, zaten halihazırda en dibe ulaşmıştı, neredeyse evindeki tüm eşyaları satmıştı ve tüm parasıyla alkol alarak 12 Eylül tarihini kendine daha hızlı yaklaştırıyordu, notunu yazmaya devam edecek herhangi bir materyal bulamayan Yaşar odasının duvarlarına yazmaya başladı "yaşadığım yerdeki en ucuz şey gerçekler, çocukluğumdan beri yüzleşmekte olduğum alıştığım gerçekler, bugün sigara almaya dışarı çıkarken karşı komşum kapısını açtı ve evden yayılan koku ilkokulda öğle arasında beslenme çantamı açar açmaz hissettiğim kokuyu bana anımsattı, ucuz plastik, evde dün akşam yapılmış poğaça, mandalina ve bir tane şeftalili gold meyve suyu, eskiye dair hatırlayabileceğimi hiç düşünmediğim anılarımı çok daha net hatırlıyorum fakat bu durum bana huzur ve nostalji hissinin yaşatmasının yanı sıra o zamanlardan beni bu günlere kadar sürükleyen travma ve psikolojik temelleri daha net görmemde yardımcı oldu ilk öğretmenim Nergisin herkese tek tek babasının yaptığı işi sorduktan sonra babam şantiyede bekçi diye beni bina görevlisinin oğlu Faruğun yanına oturtması, çarpım tablosunda 9 a gelince unuttuğum için bana uyguladığı şiddet liste uzayarak gidiyor, doğduğum coğrafya ve çevreye anne babaya ve bunların toplamında ilmek ilmek örülmüş bir kader, ne kadar ilerleyebilirdim ki zaten? büyük bir yazar olmayacağımı ve 20 yıl sonra bir sabah uyandığımda gözlerimi açıp güne başlama isteğini bile kendimde bulamayacağımı keşke o gün birisi gelip söyleseydi, hala 9 ile bir sayıyı çarparken zorlanıyorum."

Yaşarın bu boktan hayatını sona erdirmesi için ben bile yazarken acele ediyorum zira böyle bir hayatın daha fazla evrende yer kaplamaması her canlı için en faydalı hadise olacaktır, fakat ilginçtir ki yaşar bu intihar mektubuna okadar odaklanmış durumda olacak ki toplansa neredeyse ufak bir kitap haline gelecek bu notları daha büyülü hale getirmek adına sahafları geziyor albert camus, paul sartre gibi çeşitli felsefecilerin kitaplarını notunun ilham kaynağı olarak kullanmaya çalışıyordu fakat bu hikayenin sonu onun da içten içe bildiği gibi haberlere konu olacak veya çığır açacak bir manifesto olmayacaktı, onun farkında olmadan günden güne besleyerek büyüttüğü bu dünyaya iz bırakma içgüdüsü aynı bir mağra adamının mağra duvarına çizdiği çöp adamdan farksız olmayacaktı. 

Yaşarın doğum gününe günler kala vücudunu heyecan kaplamaya başladı bu his en yakın heyecan olarak tanımlanabilse de aslında çok farklıydı notunu hayatına son vermeden hemen önce noktalayacak ve eserini dünyaya armağan edecekti, "Evet ve perde kapanır tiyatro sona erer.. Yarın bu sonsuz döngüye tekrar armağan edeceğim yaşamımın son cümlelerini yazmak üzere uyanacağım, biliyorum ki zaman denen birbirine düğümlenmiş bu garip ipliğin sonsuzluğunda sonsuz kere sona erdirdiğim bu bilincin yarın tekrar kutlamasını yapacağım" 

Yaşarın bugün en değerli olduğu gündü, güneş onu selamlayarak doğmuş, bulutlar onun için kümelenmiş, rüzgar onun şerefine esiyordu. Evet Yaşar bugün bu kadar değerli birisiydi ve işte son gününe gözlerini açtı uyandığını idrak dahi edemeden sanki içerisinde şimşekler çakıyor gibiydi gariptir ki hiç olmadığı kadar mutlu ve hayat doluydu hayatın güzelliğini her hücresinde hissediyordu bunun nasıl olduğunu anlayamayacak kadar da şaşkındı zira bir insan son gününde nasıl bu kadar iyi hissedebilirdi ki? içindeki mutluluk onu zaptetmişti yeni doğmuş bir bebek gibiydi ve bu yaşama sevinci onu intihardan vazgeçme eşiğine kadar getirmişti, şok içinde olan yaşar aşıklar bahçesinin bir bankında uyandığını fark etti buraya nasıl geldiğini dahi ikinci planda sorguluyordu yattığı yerden doğruldu ve ayağa kalktı, içinde kelebekler uçuşan Yaşar intihar notunu yok etmek üzere hızlı adımlarla evin yoluna doğru koyuldu, evet herşey değişmişti Yaşar intihar etmekten vazgeçmişti fakat durum sadece kendi içinde yaşadığı bir şey de değildi yoldan geçen insanlar dahi kendisine gülümsüyor tebessüm ediyor geçtiği her yerde gözleri üstüne çekiyordu dünya sanki tersine dönmüştü, Yaşarın hislerindeki bu tutarsızlık onu endişelendiriyordu fakat o aynı bir uyuşturucu etkisinde gibiydi eve gidip o notu görünce büyünün bozulacağını düşünen Yaşar evin önüne geldikten sonra kapıyı açmaktan vazgeçti, dünya gözüne bambaşka bir gezegen gibi görünüyordu, borç taktığı tekel sahibi Şahin bile onu görünce selam vermiş halini hatırını sormuş en yakın zamanda ziyaretine geleceğini söylemişti. Yaşar eve gidemiyordu ne yapacağını bilmiyordu fakat yaşadığı anın her saniyesinin tadını çıkarıyordu hiçbir şeyin önemi yoktu, her zaman nefret ettiği mahallesinde keyifle geziniyordu.. en dipte olduğu anları yaşadığı, ait olduğu yerler ona yabancı hissettiriyordu. Her zaman uğradığı aslan çay ocağına oturdu, masada duran gazete dikkatini çekmişti tam bundan bir yıl önce intihar notunu başlattığı o gazetenin aynısıydı, evet tarihler 12 eylülü gösteriyordu fakat geçen seneye aitti, bu durum Yaşarın içine kurt düşürdü telefonu kaldırıp baktı ve şoka uğradı çünkü tarihler tam bir yıl öncesini yani harman bardaki intihar notuna başladığı o meşhur geceyi gösteriyordu.. Yaşar kalktı ve harman bara doğru gergin ve hızlı adımlarla yürümeye başladı, barın camından içeri baktığında gördüğü manzara karşısında dona kaldı zira içeride elinde kalemle gazeteye yazı yazmakta olan kendisini izliyordu bir süre sonra Yaşar kendine o korkutucu soruyu sordu "Şuan ben bir yıl önceki kendimi dışarıdan izliyorsam şuanki ben kimim?" ardından ellerine baktı, uzun ojeli tırnakları cırtlak pembe taytı ve sapsarı saçlarıyla yaşar bir kadın olduğunu fark etti fakat sıradan bir kadın da değildi çok geçmeden farkına vardı.. Yaşar müdavimi olduğu kalenin önündeki orospuya dönüşmüştü.. durumun şokuyla dona kalan Yaşar ikinci şoku barın kenarındaki kişinin yani bizzat kendisinin ona keskin bir şeklide bakar bulunca yaşadı, dışarıdan izlediği Yaşar elindeki kalemi bıraktı önündeki gazeteyi katlayıp cebine koydu ve barın kapısını açtı.. sigarasını yaktıktan sonra orospuya yani kendisine doğru yaklaştı ve sordu

"Sakso kaç lira ?"



Yenisey C.

10 Temmuz 2025 Perşembe

Kızıl Tuğlalar - 3

                                                            KIZIL TUĞLALAR – 3

 

Mişvarin oturduğu yerden bir köpeğin yerde bayılmış gibi uyuyuşunu izliyordu. Uzuvları hayvanın titreşim içerisindeydi sanki rüya görüyordu tıpkı insanlar gibiydi. Evrimin tezahürlerini gözlemleyebiliyordu.

 

Maybe death is the freedom of the soul’s loneliness within our body. How could we know?

 

Kaçış Kaçış Kaçış 

Mişvarin hep kaçıyordu aslında aradığı bir yerlerde yine kendisiydi o yüzden bir yerlerde ya da bir kişide kendini arıyordu bulamayınca yine kaçıyordu.

 

Ne para ne nam-ı yüksek biri hiçbir şey istemiyordu sadece ufak bir köşe güneşi hissettiği o çocuk yıllarında amaçsız özgürce koştuğu gibi

Belki de Yavuz Bülentin Ne olursun bir gün beni kapında dinle haykırışı gibi 

Yalnız çocuklar cehenneminde ağuşunu kaldırmış merhamet suyunu bekleyenler gibi 

Sanki sen gibi ben gibi belki de içimizdeki mişvarin gibi 

Gökyüzü sonkez saldırdığında ışığını sahnelediğinde Peyami Safa’nın yazdığı kitap gibi yalnızız

 

Lise – 2 10-R sınıfı ve ilginçtir 2 arada boşluk sıfır ve 10 tire R bu işaret ileride Rize de olacağını o zaman işaret etmişti. 2010 yılında Mişvarinin kendisi Rizede bulundu Yangın Raporunu aldı ve hala saklamaktadır. Bir gün tekrar çıkarılacaktır. 

 

9. sınıf tekrarın eşiğinden nasıl döndüğünü belirtmiştik (K.T-2) ve öyle lanetli bir sınıftan başka bir lanetli sınıf olan sözel sınıfa atıldı çünki ortalama yerlerdeydi. Bu sınıf daha ilk derste sınıf arkadaşları sınıfa giren kadın hocayı görünce bağırıp çağırıp ulumaya başladı. 9. Sınıftaki sınıf arkadaşı Hüseyin Bosna da bu sınıftaydı. Hoca müthiş sert çekti Hayvanlar ben sizin ananınız yaşındayım dedi. Mişvarin bu sınıfta siksen okuyamaz işte dönüm noktası. Babası o yıllar üniversitede meslek yüksek okulunda müdür ve nüfuzlu birisiydi. Nüfuzunu kullanarak Flavio’yu eşit ağırlığın en çalışkan sınıfına aldırdı. 10 -R bu onun içün dönüm noktasıydı çok sonradan öğrendi ki asıl bu durumda etkili olan Yüce Gönüllüymüş şükran mıdır emin olamadı. O yıllar yuvarlak mila schön marka gözlüklerinin yanında yüce gönüllünün loca yemeği ve yemin töreninde hediye ettiği roma rakamlı yuvarlak Moldoa 1853 markalı saati takardı. 1853 onun için önemliydi Van Gogh’un doğum tarihiydi. 

 

O yıllar sabahçı ve öğlenci diye sınıflar bölünürdü dersleri öğleden sonra başlamasına rağmen geç kalırdı. Aynada saçları ile uğraşmaktan geç kalırdı. Akşamları saçlarını düzeltmek için ıslatıp bere takardı evde bere ile gezerdi. Sony marka evde bulunan walkman ile nereden geldiği belirsiz Nancy Sintara kasetlerini berenin içinde kulaklıkla dinlerken müthiş zevk alırdı.

 

Lise yılları karanlık dehlizleri içinde barındıran bir durumdur. Bahar Bakır adlı kızdan hoşlandığında onun yüzünü gökyüzünden daha berrak endamını bir dağ gibi çok vakur buluyordu. Bu baharın ipekoğlu ender denen sevgilisini bir yerlerde kıstırıp tokatlamak istiyordu çünki Baharı aldatıyor ve üzüyordu. O yıllar çok kavgacı bir yapısı vardı. Mişvarin sürekli bir yerlerde yumruklu tokatlı çarpışmalara dalıyordu. Sürekli Carlo Cafiero okuyordu onun gizil hayranıydı. Hayatında sarod ve sitar çalmayıda çok istedi. Ortası cam olan kapısının arkasında milli qehreman Albert Aqarunov’un resmini asmıştı. Her sabah bu posterdeki bir çift göze bakarak uyanıyordu. İnsan içinde mutlak bitmeyen kavga vardır. Ya galiptir ya mağlup siz hangisisinizdir. O yıllar eskimeyen anıların garipliğiyle doludur içimizde örgütçü bir yan vardır. Özellikle mişvarinde bazen bu doruk noktasına çıktı. Sürekli birileriyle kavga ediyor uçan tekmeler eşiğinde suratlara indirilen yumruklar birbirini kovalıyordu. Bir gün Mişvarin yanına kürdü aldı feci bir kapışma gerçekleştirdi. Okulun içinde gayet cesurdu. Bir gün samimi daha olmadan yanıma geldi bana Eski derdi. Eski Eski seninle namussuz hayata ve namussuzlara darbe yapalım ve ihtilal komitesini kuralım dedi. Bundan etkilendim. Aşağılanmaya hayır yükselmeye evet sloganımızdı. Beni Aşıklar Bahçesine çağırdı. Ve birlikte T.S.K’yı kurduk evet biz kurduk. Türkçülerin Sosyalist Kurtuluşu örgütünü kurup birer mısra birbirimize Attila İlhan şiiri okuduk oturduğumuz demir sandalyenin yanına diz kırıp Kropotkin ve Babeuf çok yaşa dedik istemsizce ve hakeza usulca ayrıldık. Çok sonra ben sabahçı o öğlenciydi görüşemedik. O yıllar Mişvarinin ortaokul sınıf arkadaşı p.gül b.kiraz lisede de aynı okuldaydı. Ve ihtiraslı bir yanı vardı. Bazı erkekleri cezp edebilirdi. Yalnız onun yanında beraber takıldığı P.gülün yakın arkadaşı Müberra diye bir hanımefendi vardı 2004 – 2007 yılları arası Melikgazi Lisesinin Müberra soyismini bilmiyoruz isimli hanımefendi gökyüzünden daha berrak Tanrının işte bu benim der gibi masumiyetin ve zarifliğin hayat bulmuş yüz sadeliği Melikgazi Lisesinin Müberrası vardı. Bir gün okul çıkışı çok kalabalık ulen ne imiş bu kız arkadaş dedirtti hepimize, genç yaşlı ihtiyar bu kız içün müthiş bir kavgaya tutuşacaktı. Sanırım bu kız kesinlikle bir ordu dağıtabilirdi. O akşamın mavi büyüsünde Mişvarinle karşılaştık kesinlikle bu kız için bütün düellolara girerim der gibiydi. Fekat onun aklı Bahardaydı. Bana TSK nın toplantılarına niye gelmiyorsun dedi. Ben henüz hazır değilim dedim. Ve sonra Batman’ın Gothamındaki şehirdeki jokerler gibi yüzümüzü boyamalıyız dedi. Al bunu diye broşür verdi Gotha kongresi eleştirisi adlı programı oku seni imtihan yapacağım dedi. Göt lalesine bak, bana kuruyor diye içimden kendisine söylendim. Uzun müddet karşılaşmadık ama umutlarımız her batan şafağın kızıllığında ağaracak bir dahaki yeni umutlar için birleşecekti. Okul çıkışı son karşılaşmamızda dedi ki örgütü lağvettim gelmedin dedi. Neden dedim çünki bizi ülkü birliğimizden ayıran din dedi. Çünki bu ülkede hiçbir zaman işçi yürüyüşlerine vücuduna paslı demir kokusu sinen işçiler katılmaz dedi. Cüretkar konuşuyorsun dedim. Din ne alaka dediğimde ise senin peygamberin Muhammed benimki ise Percy Bysshe Shelley dedi. Aslında devlet yok ama tam bir Kautskyist gibi işçilerin bir devleti olmalı dedi ve gitti. 

 

Sessizliğin asudeliği Mişvarini hoş ederdi. Sözel sınıftan çalışkan sınıfa geçtiğinde Geometri dersi vardı yeni sınıfa adapte oluyordu. Hoca tahtaya kaldırdı soruyu bilemedi. Niye geldin kalaydın o sınıfta dedi. Ve tahkir edici alaylı ifadelerde bulundu. Bu hoca pala bıyıklı meşhur Roket Hamdi idi. Daha ilk derste bu mukabeleyi hayatı boyunca hiç aklından çıkarmadı. Sınıfın hocası; Edebiyat hocası Selma hanımdır. Bir derste edebiyat hocası selma ders kitabındaki şiiri okumasını istedi Mişvarinde dümdüz okudu. O kadar kötü okumuştu ki Selma ona çok berbat okudun dedi sınıfın ortasında ağır rencide etmekte bulundu. Kendisi edebiyata daha sonra ilgili oldu. Şimdi iki insanlığın en aşağılık artığı Roket Hamdi ve Selma’dan insanlık namına ne beklenebilirdi? Bu lağımdan yaratılmış iki yaratık insanı insana nefret ettirirdi. İyi tarafından bakmak lazımdır ki Mişvarin bu iki lağım mikrobu sayesinde iyi bir heccav oldu. Bunların hiçbir zaman iyi talebeler yetiştirdiği söylenemezdir. Daima ileriye giden akış içerisinde yok olacaklardır. Yeni, eskiyi döver ve yıkar. Hiçbir gökyüzüne kadar uzanacak baraj seti dahi bu taşkın su gibi yeniliğin önünde duramaz. 

 

Geceleri yalnız sigara içenler değerlidir. Mişvarini geceleri uykudan mahrum bırakan nedir? Yoksa Müberra nın yüzümüdür? Müberra’nın yüzü kâinatı sonsuzluğa nişanlardı. Su bile kendi rengini kıskanırdı. Mişvarinin beden eğitimi dersinde yaptığı garip bir ritüel vardı ayakkabı bağcıklarını bileğine bağlardı. Fasülye üzüm nedir bu bağlantı kıs kıs gülüp hı hı hı mırıldanırdı yangın raporu.

 

Hoy callomos. Que hable la soledad

 

Mişvarinde gel zaman sinir harbi had safhaya çıkardı bu durumun bir künhünü anlayamadı. Bir gün tuvalet kapısında karşılaştık yine sinir buhranlarından birine denk geldik kulağıma bana bir şey olursa beni nişapur veya curcana göm dedi. Yılkıların kafasında dörtnala gittiği bir anda karşılaştık sanırım.

 

M. Eminoğlu Melikgazi lisesi en aşağılık öğretmenlerin atandığı lisedir. Tam mahiyeti ile berbatlıklar korosudur. Daha sonra Anadolu lisesi oldu kalite arttı sanırsınız Asla! 2016 yılında iğrenç matematikçi bayram Özcan denen adi birisi kız öğrenciye istismarda bulundu ve bu körpecik babası polis idi dayanamadı babasının beylik tabancası ile intihar etti. Cansel Buse Ölümsüzdür! Bu lisenin tarihindeki bütün kadro yargılanmalıdır. Eğitimin suikastçıları cezalandırılmalıdır.

 

Mişvarin o yıllar ülkede bir ilk olan Pravda gazetesini çıkardı. Başlıklar haykırışın timsali gibiydi Yoldaşlar Dayanın! Haksızlığa Hayır! Acizliğe Silah Çektik! İşçiler Direnin! Kavgamız Çok Asil! Yoksulluğa Geçit Yok!! Herkes İçin Onurlu Haysiyetli Yaşam! diye başlıklar atıyordu. En ön siperlerdeki dağları ikiye ayıracak zelzele gibiydi. 10-R sınıfı: Ne sınıf Mişvarini hatırlasın Ne de Mişvarin onları Gizem K.kaya, Yasmin Şaştım, Ahmet Çarkıt, Umut K.kya, Tayfur İşgüzar sınıf arkadaşlarıydı. Bu lise yıkılmıştır. Çok Şükür.

 

Bu lisenin duvarları katmerli bir hiçtir. Büşra Çakmak bu ortamın ortamsızlığındaki en asilzade kişidir. Ruhunun dolaştığı yerlerdeki duvarlar bile cennet çiçeklerini andırabilirdi. Bu asilzadeliği hangi soy ağacından genine nakil aldı asla bilinmez. Onu kadın ruhunun abideleşen isimleri arasına alabiliriz mesela dipçikle kafasına vurularak öldürülen spartakist ruhunun en büyüğü Rosa Luxemburg yetmez!! Yurt severliğin 18’inde galaksilerden daha büyük abideleşen Zoya Kosmodemyanskaya !!!

 

Bu yurdun yurtsuzlarına selam olsun Mişvarin odasında mum ışığı nostaljisini yaparken Stefan Lochner'ın Gül Çardaklı Meryem’in önünde düşkünlerin yaratıcısı ile evlenmeyi niyet etti. Duydu seni ve mum akarı yok ışığı söndü.

 

En iyi anlaştığı kişilerden birisi Poçevski idi. Bu arkadaşın babası müteahhit abisi mimar amca oğlu ise sosyologdu. Bu sosyolog tip olarak koniyi andırıyordu. Adını soyadından almıştı Poçev Poçevski. Mişvarin onunla bir kere karşılaştı.

Poçevski akıllı birisiydi yaşamın sırrını sanki keşfetti gibi sürekli hayatını renklendir. Para ile bir şeyler yap gibi mişvarine telkinlerde bulunuyordu. Bir keresinde bir kadını baştan aşağı nasıl becerdiğini anlatmıştı. Fekat Mişvarin mutsuzlar tarikatının pir üyesidir. Bu konular ona uzak ve lüzumsuzdur.  Bu yüzden kafasına ara ara mevzu bahis olan bu kadınların hiçbirisine yanaşamadı bile vesselam 

 

Pravdaya bir gün Eski mahlası ile yazı yazdım hoşuna gitti en üst levhada neşretti başlığı ise itiraz edindi. Sayılı nefeslerimizin şerefine bir düzine yazı yazmak isterdim dedim. Akşam baharın çalıştığı inciroğluna incir çiçeği bırakıp sen gel baharın gelmesine lüzum yok dersem senin adına mutlu olurmusun Mişvarin? Sarıldı ufak ağlamaklı hayır Kavgamız var inkılap savaşçıların sevgilisi yalnız savaş ve pusattır dedi.

 

Mişvarine dedim ki; sen hayali hayat gibi yaşıyorsun bu durumdan kurtulana kadar seninle görüşmeyeceğim dedim. Zaten yaşadığımız onca şey hayalde kalmadı mı? Dedi. Yaşanacak olanlara mevzi açsan olmaz mı? Dedim. Hepsi zaten hayalde kalacak ne lüzumu var dedi. Öl ozaman öl diye bağırasım geldi. Yapamadım kuru bir el sıkışması nefes aldığımız zamanlara saygı duyalım bari ne yapayayım dedim. Gökyüzünün bir gün çekip almasını bilerek yaşamak yeterlidir. Bir çiçeğe dokunabilmekte yeterlidir. Mişvarin Mişvarin Mişvarin Ne imiş o miş gibi varın 

Yarın görüşemezsek bir yerlerde görüşelim nefes aldığını bilerek veya bilmeyerek dostum.

 

Bu beyni rutubet tutmuş şehrin muhtelif yerlerinde Poçevski ile çok başa baş lakırdılar yapardı. Poçevski insanlardan tiksinirdi kendince haklı olabilirdi. Büyük dedesi Köylüydü kasıntı birisiydi. Köylü hakları için ciddi mücadeleden sonra kazanımları olmamıştır. Dedesi Anselmo Lorenzo’nun çok iyi akradaşıydı. Bu yüzden Poçevskinin adı Anselmodur. Mişvarinle muhavereleri bitmezdi. Artık yeni yapay zekanın dini doğuyordu eski köhne ideolojiler yok oluyor Cyberpunk’ın yarattığı yeni bir siyasal aklın yanında kıyametin doomer gençliğide doğuyordu. Bunu buruya yazın bunu keşfeden siyah bandanası ile büzük dudaklı Anselmo Poçevskiydi. Tebrikler. Eski fikirler ırgalanmaz olacaktır. 

 

Çıngırağın sesiyle herşey başlar

Yerli yerine oturur taşlar

Kozmos Kozmos sanki bu bakışlar

Bu ne biçim siyah ince kaşlar

Seyreler mi baharı varoşlar

Beden arzda ruh yüksekte başlar

Başlar başlar başlar 

 

En fakir adamların bile hülyasına konu olacak bir cennet kokusu vardır. Poçevski midesine indireceği çay istilası için Mişvarine temmuz akşamları ziyaret eyledi. Halbuki temmuz akşamlarına kırgın bir yapısı vardı. Babası gibi müteahhit olmak istemiyordu. Onun insanlara değil böceklere ev yapma gibi bir hayali vardı. Bu yüzden kendisine böceklerin efendisi denilmesinden keyif duyduğunu söyleyebiliriz. Bir keresinde mikrop tanrısı olmak ile insan tanrısı olmanın arasında hiçbir fark yoktur dedi. Müthiş bir tesbittir. Alkış alkış alkış. 

 

Poçevski aslında bütün uzuvları ile sanata vabestedir. Zaman zaman alakadar olduğu evdeki schimmel marka piyanosuna parmakcıklarını deydirirdi. Az zamanın verdiği huzursuzluk içinde yeni pınarlara yol açmaya engeldir. Bu zaman darlığında Mişvarini evine davet edip kısa filmler üzerine uzun koyu muhabbetler çevrilirdi. İkisinin de hem fikir olduğu en sevdikleri filmi 1990 yapımı Cyrano de Bergerac olarak belirlediler. Yalan söyledim Matrixtir. Çünki bu film anamnesis çıkarımlarını ikisinin de destekliyebiliyordu. 

 

Eskiyi anmak iğrençtir. Mişvarin ile arama uzun geniş bir sınır koyma vaktine yaklaştık, bunun sebebi refte refte üzerimize gelen hayatın ümitsizliğidir. Hayır bu da değil !! O Yahudi kız ismi Naftali Harfa, Mişvarin hep politik düşünüyordu ona sürekli bir mektup yazıp benim vasıtamla göndermek istedi. Sanırım onun dimağından etkilenmiş olabilirdi. Neden! Sürekli yazıyordu bana göndermem için veriyordu. Ben ise mektupları asla götürmedim. Çünki politik yazıyordu. Kendisinin bir gün Çiçerin olacağından bahsediyordu. Bu kız aslen Muğlalı Yahudi bir ailenin kızı idi. Güzel sanatlarla ilgileniyor felsefe ile meşgul oluyordu. Felsefe ile uğraşması Mişvarini etkiledi. Ben mektuplarını alıp kendi müstear ismimle mektuplar yollamaya başladım gözlerinin güzelliğinden dudaklarının büyüsünden bahsedip bir divan şairi gibi mektuplar yolladım. Belki uçuk bir sosyalisttense benim gibi tulumbacı bir sokak şairini sever diye düşündüm. Yanılmakta güzeldir. Mişvarinin mektuplarını yollamıyordum ve ona sanki ihanet ediyordum. Kendi mektuplarımda şiirler yazıyor Bahaeddin Şakir ve Tiryaki Hasan paşadan bahsediyordum. Ve bir gün Mişvarinin kendisine dedim Naftali Harfayı ben sevdim dedim. Olamaz dedi bir Türkçü yahudi sevemez dedi. Evet sevemez nokta son. Ve bir daha görüşmemek üzere küstük. Bu durumun bu kadar neşvünema olmasından sorumlu kendisidir.

Naftali Harfa kendi din ve mezhebinden birisi ile evlendi. Bir çocuğu oldu. Mişvarin evde çamaşırlarını kendi yıkıyor. Ben ise ucuzcudan günü birlik çorap alıyorum. Görüşmesek de Mişvarini seviyorum o benim aynadaki yüzümdür. Bana emanet ettiği Hakkı Behiç Bayiç resmini saklıyorum.

İçimde bir şey var acı çekiyorum

Ama biz biz olmaktan vazgeçmedik.

 

                                                                                                                                  NOKTA