2 Kasım 2025 Pazar

Kızıl Tuğlalar - 4

 Mişvarin için dünyadaki bütün dişiler insanlarda buna dahil olmak üzere yaratıktır.  Yalnız bir tek o kadındır. Ona Satürn’ü hediye etmek isterdi. O toz bulutu halkasında tacını giydirmek isterdi. Bu eşsiz kadın Kamila Valievadır. Mişvarinin hayattaki en büyük hayali onunla José Serrano tarafından bestelenmiş La Dolorosa parçasının Kraus tarafından La Roca Fría del Calvario opera performansı eşliğinde Proxima Centauri üzerinde dans etmekti bütün g bulutu onları hayranlıkla izlemelidir. Biz ise Kamila ile performanslarını 4 yıl 18 saat sonra dünyadan hayranlıkla gözlemleyebilseydik. Dünyadan onları izlerken neden hala Schbert’in serenadesini tercih etmediğini düşünmeliyiz. 

 

 

Ah ah Mişvarin sen hep gecelerle sevişirdin. Ve hep Niccolò Paganini dinlerdin. Paganiniyi dinlemeyip sevmeyen it oğlu itdir derdin. Aklına nereden geldi ki yıldızların hücresini araştırmak, bu kadar vahşet varken Tanrıyı zihninde kurcalamak, bırak Tanrı yerinde huzur içinde uyusun sahte aşıklarına istikamet çizerken ve bir daha olmayacağımız için bir şans vermişken bir sufle solfej arada bir likör ve lakırdıdan geriye kalanlar hasretin perçinler doğamı.. düzerim böyle işi uyku sırası bize geldiğinde ayol çok uykum var diyecek sonsuzluk.

 

 

İnsan araştırılmaya en müsait varlıktır. Ne kadar kuşkulu gelse de insan doğasında sinizm yüklüdür. Hep parlak başarılı itibarlı hayatlara ilgi göstersek de mezarlar eziyet çekmiş çileli insanların hayatlarıyla da süslüdür. Bu yüzden mişvarin olanzapin ve risperidon ilaç tedavilerine devam ettiği günlerde boyası eskimiş duvarındaki bir köşeye Feyerabend’in resminin olduğu bir tabloyu asmıştır. Obsesyonel nevroz atakları kendisini rahatsız etmektedir. Saptanılan Orbitofrontal korteksteki anomaliler dikkat çekmektedir. Bu rahatsızlıklar kâh şiddetini arttırırken kâh normal düzeye gelirken kendisini komünistlikten çok seven sosyal bilgiler öğretmeni arkadaşı ona bir iş teklifinde bulundu. Sahabiye tarafında şimdi orası kaldırılmıştır. Orada zirüzeber viraneliğin baş tacı darüleytam bulunuyordu, oradaki çocuklara tiyatro yaptıracaktı. Fekat bu durum gerçekleşmedi. Hep aklında o çocuklara Puccini'nin Madam Butterflyını müzikal sergilemek kaldı. Bu onu hem ruhsal hem de fizyolojik tedavi edebilirdi olmadı artık tamamen umudu sadece Asclepius’a kaldı. Yalnız bir kişiydi muhatap ve muhabbet eden kısıtlı sayıda kişiler mişvarinin zebunkeşlere çekilmiş bir kılıç gibi görürdü bir tarafı da kesinlikle Haccacı andırıyordu, lan salakmısınız ne taşa tapıyorsunuz diyordu. Alimmiydi zalimmiydi kimse anlamadı. Hiç tanımadığı sefil bir dilenciye cebindeki bütün parasını verirdi. İçindeki sefillerin ihtilalci kumandanı hep dururdu. Kulağıma akseden Eski eski nidalarını duyar gibiyim. Naftali vakasından sonra görüşmüyorduk. Sosyal bilimlerci arkadaştan duyduğum kadarıyla kutsal kitabını zend avesta olarak belirlemişti. Kafasındaki hengamenin ne kadar fazla olduğunu kestirmek güç değildir. Artık sadece Kamilaya hayran ona kuiper kuşağından bir döteron hediye etmekte ısrarcıdır. İçindeki Tanrı çıkmazını şöyle özetlemektedir. Ortada olmayan bir şeyin ispatlanması mümkün müdür? Bir kez olsun dünya tersten dönse ne olur ki? “Sana ait olmayan kararlar omuzlarındadır” Ne müthiş bir söz yaprakların damarlarını bile titretti. Mişvarin tanrı çıkmazı sorusuna cevaplar aramaktadır. Kendisini Chicko ve yaşar ile birlikte ope – 13 kapsülünün içerisinde fırlatacağı günü beklemektedir. Hayır hayır hayır göz yaşları ile uğurlanmak istemezdir. 

“Yok etme ve yeniden yaratma döngüsünde takılı kalmış bu sistem hep yutacak yem bulur” sözü maddenin içinden çıkmış gerçek ilahi bir atıf gibi durmuyor mu sizce? 

Bu sorunsalın Hesiodos’un işler ve günlerde yer verdiği çağlar öğretisine dayandırılması gerekebilir. Beşinci soy yani demir soydan sonraki altıncı soy yaşanıyor olabilir mi?

Hesiodos’un öngördüğü baba-oğul benzerliği, akraba ve ahbap sevgisi, yaş almış ihtiyarlara gereken saygı-sevgi, yüce gönülleye ve Tanrıya saygı, and etmenin doğruluğun ve iyinin yüce değeri tamamıyla ortadan kalkacak; muktedirlerin güçlü olanın haklı sayıldığı, zulmün ve ahlaksız iğrençliğin sürekli arttığı bir ortamda, içinde az da olsa utanma duygusu olanlar Zeus ve tanrıların gölgesine sığınıp saklanırken insanlar acılarla baş başa kalacaklardır. (Hesiodos, work and days, 185-200).

 

 

Geçmiş kapalı bazı hadiseleri Flavio’nun ruhi izni olmadan burada söylemem uygun değildir. Birkaç meseleyi aşikâr etmekte kusur görmemekteyim. Ankarada Şenkâl beyin özel h. dairesinde ona verdiği Niğde görevi icabında kendisini kızıllık mevzusunda çok ön plana çıkarmış bundan sıyrılmanın başka bir yolunu koyu Türk milliyetçisi bir camiada sürdürmekte kararlıdır. Ben ise o niğde’deyken sıvasta bulunmaktaydım. Mişvarin Kingan dağlarından fışkırmış Altay ferdiyetçiliği yapmaya başladı. Buradaki samimiyeti kuşkuya yer vermeyecek boyuttadır. Çevresini Orta Asya Türkleri oluşturuyor en iyi arkadaşlarından birisi Botagöz hanımdır. Onunla ilgili anılarını anlatmaya lüzum yoktur. İnsan bu fikir aşkını nasıl savunmasın ki boylarından uruklarına kadar devlet kurabilmiş Tanrı kadar yüksek Türklüğü bu kanı taşıyan hangi fert savunmaz ki…

 

Flavio niğdede kaldığı a.şahenk yurdunda çok köşesindeydi. Çok iç içe olmamakla birlikte gereksiz samimiyet kurmazdı. Fekat birisinden bahsetmeden edemeyeceğiz veyahut etmek istiyoruz. Irmakların su tanelerinden bir ordu gibi vücut edilmişliğini insanın terbiye ferahlığına hükmünü açığa çıkarır gibi Antep elinin en kuru asil toprağını yıkayan saf temizliğin su gibi simgesi Sema Irmak. sanırım bir ikizi var o da senadır. Sosyoloji öğrencisiydi. Çok sıskaydı fekat zarifti. Zayıf olduğu için hastalıklara çok müsait idi. Solcuydu aşırıcımıydı bilmiyoruz Flavioya sormamız lazımdır.

Gözleri çok güzel mayhoş bakışlarını cenk naralarından senfoni oluşturan başı tuğlu gök savaşçılarının mazisini hatırlatır gibiydi. Okumayı, düşünmeyi ve yaratmayı sevecek bir tarzı vardır. Ama hep halsiz ve keyifsizdir. Modu hemen düşebilir. Flavio bir anda ondan uzaklaştı şahit olduğu bir şey, buraya alınmayacak bir şey, sanki memnu düşüncelerin hür fikirlerle oynaşması yasakmış gibi bir şey ağaçların kitaplara çığlığı gibi, tütün vermiş toprağın ağızlardan çıkan dumanlara düğümlenmesidir. Sözlerin mürekkebe değmesinden korkan şahitlerini gözlerle susturması ancak böyle cübbesinde baş taşımayan avukatlara mahkeme edilebilir. Sonuçta hayâl kırıklığı kalp kırıklığı ile olan satrancının finalini pata bitirmesidir. 

Söyle güzel gözlü herkes yalancı bir sen mi doğrusun? Bak bugün ne tarafından soluk aldığını bilmediğimiz düşüncelerin krizi içerisindeyiz. Kalorifer peteklerine yazdığı şiirlerin soğuk havalardaki ılıklığını harf harf yüzlere vurmasıdır. Perde perde ne çok konuşuldu milyonlarca yıl filozoflar, şairler, metinler, yazılar yazılar sonuç sanki hiç bir şey söylenmemiş gibi sanki söylenebilirdi. Al sana koca bir son daha Hesperus, Phosphorus'tur. Bu sözü perde açıldığında o beyazlar içerisindeki meleğin Litvinovsky'nin IV. Nos études parçası eşliğinde yüzümüze doğru bakarak söylemesini istiyoruz Hesperus, Phosphorus'tur.

 

 

A.Rıza E.


21 Eylül 2025 Pazar

Yaşar İyi Çocuktu

 Sabah alarmı, gözlerini aralıyorsun aynı tavan aynı yatak güneş her zamanki açıdan odana ışıklarını saçıyor geç uyuduğun için yine istediğin enerjiyle kalkamıyorsun hatta belki de uzun süre kalkmıyorsun yatağın içinde telefonun ekranında kayboluyorsun. Dünya yine aynı, influencer’lar, ünlüler, sahte kahramanlar. Onlardan daha zeki, daha yaratıcı, daha güzelsin ama sahneyi hep onlar kapıyor. yine de sonunda kahve ve sigaranla güne başlıyorsun. Çalışmayı planlıyorsun ama gençliğin o tatlı oyalanma arzusu seni hemen ele geçiriyor bir oyun açıyorsun, arkadaşlarına mesaj atıyorsun, bir telefon konuşması, ardından hak edilmiş bir uyku… Derken akşam ışığı odaya sızıyor ve hayatının yetersizliği suratına çarpıyor. Ne yaptın bugüne dek? Başkaları bir şeyler başarmış, iz bırakmış. Sen mi? Sen hâlâ sanatçısın ama sanatsız, yeteneğin var ama keşfedilmeyi bekliyorsun. Hayatındaki hiçbir şey, ilişkilerin, işin, inançların  seni bütünüyle sarmıyor. Her şey idare eder ama hiçbir şey derin değil. Zaman en büyük uyuşturucun oluyor. Uyuyorsun, ertesi gün yine aynı. Yine aynı döngü, büyümeyi bekleyerek.  Asıl korku, hayatın hakikatleri: sorumluluk, başarısızlık, hayal kırıklığı, ölüm. Yaşamıyor gibidir, yalnızca seyrediyordur yani gözlemcidir her deneyim bulanık, soyut, hiçliğe karışmış. Böylesi biri hiçbir hedefe bağlanmaz çünkü bağlanmak demek, başarısızlığı göze almak demektir. Ev, iş, eğitim, ilişki… Önüne konsa bile geri çekilir günlük hayatın ağırlığı hem çok fazladır hem de ona göre çok sıradandır. “Gerçek beni bulmaktansa var olan potansiyelimle ölürüm” diye düşünür, bunun bir nedeni nostaljidir. Gençliğin o büyüsü, yeni tutkular, kendini keşfetmenin heyecanı, dünya seçeneklerle doludur, her dalda başka bir ihtimal, yeni aşklar, yeni şehirler, yeni meslekler… Neden acele edelim ki? Birini seçmek, diğerlerini kaybetmek demektir, Seçmek, büyümek, yaşlanmak, hayal kırıklığı demektir. Madalyonun diğer yüzü ise bu sürecin içsel bir öngörü çalışması haline dönmesi veya bu durumu böyle yorumlamak; bitmek bilmeyen öz gözlemler ve iç meditasyonlar, çoğumuzun daha fazla gölge çalışmasına, içindeki çocukla oynamaya ya da çakralarını açmaya ihtiyacı yok. İçsel çalışmanın babası sayılan Carl Jung bile, iyileşmenin ve olumlu değişim yaratmanın üç parçadan oluştuğunu söylemiştir, içgörü başka bir deyişle farkındalık ise bunların yalnızca ilkidir. Ama çoğu insan o ilk parçada takılı kalır odasında otururken derin bir içgörüye varmayı bekler. Ve o içgörüye ulaştığında hayatının nihayet değişeceğini, sıkışmışlıktan kurtulacağını sanır. Oysa Jung’a göre diğer iki parça cesaret ve dayanıklılıktır. Bildiğin şeyleri yapma cesareti, zor olanı yapma cesareti. Hem içsel hem dışsal engellere rağmen çabayı uzun süre boyunca sürdürme dayanıklılığı. Yani, eğer kendini sıkışmış hissediyorsan, belki de yeterince içgörüye zaten sahipsindir.



Ama işin gerçeği şu, dünya belirsiz gelecek bulanık ve gerçek olan hiçbir şey tatmin etmiyor, bu yüzden çoğu kişi “olabilecek” hayallere sarılıyor, “olan” gerçekliğe değil. Seçmemek bile kahramanca bir tavır gibi görünüyor, işte en tehlikeli illüzyon da bu. Trajedi burada saklı, yapabilirler ama yapmazlar. Çünkü yapmaya kalktıklarında hata etmek, başarısız olmak, hayal kırıklığına uğramak var. O yüzden güvenli olanı seçiyorlar: potansiyelde kalmak. Uyuşturucu, alkol, oyunlar, sosyal medyadaki yapay benlikler ve dopamin konuşmaları… Bütün bunlar boşluğu örtüyor şanslılarsa yanlarına birkaç yetişkin çocuk daha buluyorlar hep beraber, hiçbir yere varmayan bir yolculuğa yelken açıyorlar, çıkmak isteyen varsa hain sayılıyor çünkü sistem zaten bozuk, öyleyse gelin beraber donup kalalım. “Müzik yapacağım, yazacağım, şirket kuracağım…” Hep büyük sözler. Kendi başlarına kaldıklarında bir yalnızlık hissederler hep “çözeceklerini” sanırlar, ama asıl mesele şudur: büyümek, canlılığı kaybetmek değildir. Yaratıcılık, tutku, potansiyel  bunlar olgunluğun içinde de korunabilir. Jung’a göre, sorumluluk ve bağlılık, hayallerin koruyucusu bile olabilir ama nasıl? Normal olma cesaretiyle, normal olmak, teslim olmak değildir. Otobüse binmek, gece dersine gitmek, markette çalışmak… Bunlar roman kahramanlığı gibi görünmez ama insana egosunun ötesinde bir yer gösterir. Kalabalığın karmaşasında bir parça olmak , patronun e-postasını geç görmek, akşam trafiğin gürültüsü… Hepsi korunaklı kozanın yırtılmasıdır. Hayatta ilerlemek, denemek, yanılmak, hata yapmakla olur beklemekle değil. Çünkü kimse gelip seni kurtarmayacak. Kimse senin yerine yaşamayacak.


"Doğduğun an, sana ait olmayan kararlar omuzlarına yüklenir: bir isim, bir millet, bir inanç, bir mezhep. Bunlar sana birer armağan gibi sunulur, oysa zincirlerdir. Büyüdükçe, onları sorgulaman bile ayıp sayılır; sahip olduğun için değil, verilmiş olduğu için savunursun. Kendi elinden çıkmamış fikirler, kendi ruhundan doğmamış değerler...

İşte insan, çoğu zaman, başkalarının kalıplarını kendi özü zanneder. Ve ömrünü, kendisine ait olmayan bir benliği korumakla geçirir, en büyük özgürlük ise, bu zincirlerin sana doğduğun gün takıldığını anlamaktır. Ama anlamak da kurtulmak değildir - çünkü zincirleri kırmak, çoğu zaman seni kendi toplumuna yabancı kılar. Ve insan, özgürlüğü yalnızlığından korktuğu için, esaretin kalabalığında kalmayı seçer." der Schopenhauer, en büyük trajedi ona göre bu zincirlerin farkına varmadan ölmektir. Bu durum insanı eninde sonunda Albert Camus'nun absürdismine, kötü ve depresif evre de ise nihilisme yakın pozisyon almaya iter, ortak nokta ise hayatın boşluğu ve amaçsızlığı; arzuların anlamını yitirmesi. Bununla beraber Machiavelli de 'normal' insanı özünde, psikolojinin arzularının tatmininden başka bir şey istemeyen bir canavar, dizginlenmemiş bir hayvan olarak tanımlar. İnsan süper egosunun altında, bu uygarlık perdesinin, erdemlilik cilasının temelinde, aslında yalnızca fiziksel arzularının tatminiyle ilgilenen hayvanlar olarak niteler. Biz, akılcı ahlakın çok çok ince bir kabuğuna sahip canavarlarız der, dışarıda da içeride olduğumuz gibi olmamız gerektiğini söyler, Tabii bu elverişsiz olmadığı sürece; Dindar, nazik, sevecen ve iyi görünmek uygunsa, bunda bir sakınca yoktur. Önemli olan nazik, sevecen ve iyi olmak değildir; Önemli olan acımasız, açgözlü ve hain olmaktır.



"Bilinçdışını, bilinç yapana dek o senin hayatını yönlendirecek ve sen buna kader diyeceksin." Carl Jung'un söylediği bu söz, insana dair söylenmiş en gerçek cümle. Aldığın tüm kararlar, üzerindeki giysinin rengi, yemek yerkenki hareketlerin, nefretlerin ve korkuların daha doğrusu sana dair, sana ait olan her zerren, bilinç ve bilinçdışının toplamı olan o kompleks bilgisayar, beynin. Ego, yalnızca bu bilgisayara yazılan kodların çıktısı, naturel olmayan, insan eliyle yapılmış insana dair her şey, tüm canlılğın kendini içinde bulduğu yaşama döngüsünün abartılı dışa vurumundan ibaret. Bu sebepten ötürü 'bilinç' kelime itibariyle anomaliden ve paradokstan başka bir şey olmamalıdır. Bu konuda ünlü düşünür ve psikanalist Erich Fromm doğadaki tek bilinç sahibi canlı olan insan için doğanın ucubesi ifadesini kullanır "İnsan doğa için garip bir varlıktır. Hem hayvandır hem de kendi varlığının farkında olan tek canlıdır. İşte bu durum, yani bir yandan hayvansal bedene sahip olmak ama öte yandan bilinçli olmak, insanda büyük bir yalnızlık ve korku duygusu yaratır. İnsan bu gerilimi aşmak için bir bütünlük arar. Bunun iki yolu vardır: ya geriye, hayvansı bir yaşama dönmeye çalışır, yani bilincini susturur; ya da ilerleyip insana özgü yeteneklerini geliştirir, yani yaratıcı olur, düşünür, sever. Ama insan hiçbir şey yapmadan pasif kalmak istemez. Eğer yaratıcı olamıyorsa, o zaman başka bir şekilde varoluşunu aşmaya çalışır. Bu da iki türlü olur: ya yaratır ya da yıkar. Yaratmak zordur; ilgi, yetenek ve uygun şartlar ister. Yıkmak ise çok kolaydır; bir yumruk ya da bir silah yeter. Fakat her ikisi de insana, sıradan bir canlı olmaktan öteye geçtiğini hissettirir". Var olmanın daha doğrusu kendini deneyimleme yetisine sahip olmadaki illüzyon; yaratmak veya yok etmek, sonsuzluk veya hiçlik, başlangıç ve son, olmak ya da olmamak. Biri var olmadan diğeri var olmayacak, ying yang, herşeyin simetrisi.. İşte bu senaryo insan için doğum ve ölüm, ikisinin arasındaki oyalanma süreci insan aklı için kabul edilebilir bir durum değildir, bu nedenle insan kendini aşma duygusunu köreltmek için binlerce yıldır bir çok yöntem geliştirmiştir fakat ne yaparsa yapsın bilinç kendinden bağımsız olarak evreni deneyimleyemez, bu tanrı kompleksi insanı adeta uçurumun kenarında bırakır. Asla kurtulamayacağın bir kafese, bilincin içerisine hapsolmuşsundur.. Nihai ve en büyük paradoks da işte burada gizli, hem her canlılıkta olduğu gibi her bir hücrenin savaştığı ve aklın reddettiği, hem de kendinden ötesine varma problemine cevap bulmaktaki son şansın; ölüm.




Yenisey C.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Ope-13 Kapsulü, 2525

 Ope-13 Kapsulü, 2525

Görev: Int Eritus,


“Bu ses kaydını, beyaz toz simlerle süslenmiş ve siyah boya üzerinde yer yer renkli gradyanlar

oluşturan fırça vuruşlarıyla resmedilmiş kozmik tuvale bir mürekkep damlası olması umuduyla kaydediyorum.


Şu anda, biricik gezegenimizden bize insanlığın son umudu olarak miras kalan, A3760 yaşam istasyonunun 38.000 km üzerinde, insanoğlu için kritik bir görev olan Int Eritus görevini gerçekleştirmek üzere Ope-13 kapsülünün içerisinde, yuvarlak iç bükey camdan dışarıya doğru gözlerimi dikmiş, çevremi adeta seyirci gibi saran, parlak kedi gözleri ile bu karanlık sahnedeki süzülüşümü takip eden ve karşılarındaki sanatçının nefes kesecek performansını bekleyen yıldızları seyrediyor, eşsiz şovumu gerçekleştirmek üzere kondüvitin işaretini kolluyorum. Buraya geleli çok olmadı; Patilerini bacaklarıma dayayıp son kez omzuma çıkmak isteyen sevgili dostum Chicko’nun suratına kapıyı kapatmamın üzerinden yirmi iki saat, toplantı odasında görevin nasıl ilerletileceğine yönelik brifing veren ekip arkadaşlarıma sarılıp vedalaşmamın üzerinden on altı saat, Sevinç çığlıkları ve gözyaşlarıyla beni uğurlayan insanların yüzlerine gülümseyerek onlara el sallamamın üzerinden 11 saat, ana merkez üssü ile iletişimi tamamen kesmemin üzerinden ise sadece 1 saat geçti. 


Kapsülün içerisinde görevi yapabilmem için bana yetecek 30 dakikalık bir oksijen, kayıt cihazımın hafızasında bu kaydı tamamlayabilmeme yetecek kadar şarj ve bu sözleri sığdırabileceğim kadar hafıza kaldı. 


Int Eritus… Yeni dünyaya açılan bir kapı, yeni bir hayat, yeni bir başlangıç ve yeni olasılıklar…

Kapsül ile gökyüzüne yükselirken, aşağıdan bana doğru el sallayan, mutluluktan yerinde duramayan, konfeti patlatıp, elmacık kemikleri çatlayana kadar sevinç çığlıkları patlatan insanların ağızlarına aldıkları yegane sözcükler bunlardı. Bu görev onların yıllarca bekledikleri tek şeydi. Onlar için beyaz duvarlar, titanyum sütunlar, ve minimalistik bir stil ile dizayn edilmiş  bu tekdüze yaşam istasyonunun, bizi keşfettiğimiz yeni gezegene götürecek tek çıkış kapısı bu görevdi. Bu yüzden hissettikleri heyecanın, mutluluğun ve umudun her bir zerresi yüzlerindeki en ufak kas hareketlerinden belli oluyordu. Bu görevi tamamlamak için görevlendirildiğimde bedenimi ve ruhumu saran hisler ile aynı hislerdi bunlar. Sanki istasyonun her bir yerinde, her bir insan aynı şeyleri düşünüyor, aynı şeyleri arzuluyordu ve bu hislerin oluşturduğu enerji bana ulaşıp güçleniyor sonrasında da daha güçlü bir şekilde bana bel bağlayan istasyon halkına geri dönüyordu. Şu anda, güçlenerek büyüyen bu duygusal döngü insanları senelerdir hayalini kurduğumuz yaşama taşıyor ve ben bu yolculukta yeni medeniyetin temelini atacak nesle önderlik ediyorum. 


Doğrudur, bir nesle önderlik ediyorum. Yaklaşık 5 ay önce, tuvalette sıçarken beni ziyarete gelen gri renkli, yer yer vücudunun bazı bölgelerinde mavi neon doğum lekeleri olan, kafası bir tenis topu kadar küçük, gövdesi kafasının 20 katı büyüklüğünde, gözleri uçağın kokpit camına benzeyen, dudakları göbek deliğini andıran ve benimle sadece sözcükleri tersten söyleyerek anlaşabilen eşsiz güzellikteki (!) bir uzaylıyla yaptığım anlaşma gereği az önce hiper uzay ile yirmi otuz kadar silahlı uzay gemisi istasyonun etrafını sardılar. Hepsi ellerinde mantar tabancası tutan damla balığına benziyor. İstasyondaki insanların bakışlarını tahmin edebiliyorum. Yeni bir medeniyet kurmak isteyen insanların bakışlarını…


Medeniyet… Üretmek ve tüketmek… Tükenmeleri için yeni insanlar üretmek. Savaşlarda, katillerin mermilerinde, iş yerlerinde, hastanelerde, evrende herhangi bir yerde tükenmeleri için insanlar dünyaya getirmek… Düşünebilen, anlamlandırabilen, empati yapabilen, vahşi ve içgüdüsel davranan insanoğlunun kurabileceği tek medeniyet budur. Hiçliği, onun farkında olarak besler. Yok etme ve yeniden yaratma döngüsünde takılı kalmış bu sistem hep yutacak bir yem bulur, çünkü sistem sadece kendisine adak vermek isteyen canlıları barındırır. Sebepsiz bir adak değildir bu, kimisine göre tanrının emri, kimisine göre doğanın kanunu, kimisine göre de delik bir prezervatiftir. İroniktir ki bu adaklar önce varlığa varmak için, sonrasında da hiçlikten kaçmak için yarışır. Ama yapacak bir şey yoktur, o bir adaktır. İntikamını da kendi adak veya adaklarını yaratarak alır. Bu gerçektir. Bu saçma döngüyü ortadan kaldıracak tek şey ise bir “öteki” dir. 


Bu uzaylı “ötekiler” evrende büyük bir değişime sebep olacak. Yeni medeniyetin temelleri biraz sonra insanlığın yok edilişi ile atılacak, çevresine ve kendine zarar vermekten öteye geçemeyen ve akıllanmayan türün sonu gelecek. Üstelik “ötekiler” bunu sadece istasyondaki Uranyum depolarının yerini onlara söylemem karşılığında yapacaklar. 


İstasyonun etrafını saran uzay gemileri kondüvitin beklediğim işaretiydi. Her şey buraya kadar… Bir süper kahraman, filmlerini mutlu bir sonla bitiren bir film direktörü veya bir kurtarıcı yok. Şuan 25 dakikalık bir oksijenim kaldı. Anlaşma gereği, bu süreyi de en sevdiğim şarkıyı dinleyip, karşımdaki kıyameti seyrederek kullanacağım. Daha fazla beklemenin de bir anlamı yok.


Ve Perde! 


Time is never easy when you’re alone


Your mother, she always told you to hold your own


'Cause this is real life, oh no


You can’t fight it, oh no


'Cause this is real life


Bızztt Bızztt… Viyu viyu… Duru… Hee… Orospu çocuklarııı… burayı değ…


takkiD takkiD !

iligveS noysatsi ıklah !

eziS tia muynarU adnıraloped kamlırıtşılaç erezü pike ıralşadakra royınara ! "  



Nen

30 Temmuz 2025 Çarşamba

Kendime intihar notu

 "tek gerçek kanun ölüm"


Kahramanımız Yaşar doğum gününü kutlamak için sıkça uğradığı harman isimli barın masasında bulduğu eski bir gazetenin üzerine yazdığı son cümlelerinin ilk satırı buydu.. Yaşar yirmili yaşlarının sonuna dayanmış, karayağız, müzdarip bulunduğu dertlerin dermanını şişe diplerinde arayan işsiz, çevresine de pek faydası dokunmamış bir gençti, kimseyle muhabbeti olmamasının yanı sıra dışarıda yürürken bile eskimiş açık füme deri ceketi sokaktan geçen insanların yolunu değiştirmesine yetiyordu. Dünyaya ilk ve son iyiliğini yapmadan önce bu tesadüf eseri sahip olduğu bilincine son vazife bilerek intihar etmeden uzun bir not yazmayı arzuluyordu, ne de olsa acelesi yoktu, ailesi dahil çevresindeki herkes ya ölmüş ya unutulmuş ya da kendisine yüz çevirmişti bu sebepten ötürü kaleme almakta olduğu bu notu sadece kendisi ve cenazesini bulacak olan polis okuyacaktı, aklına bu düşünce gelince gazete kağıdının köşesine iliştirdi, "Kendime intihar notu" Yaşar aslında bu kararı çoktan almıştı, almaması için de bir sebep de yoktu zira en hayat dolu insana bile Yaşarın yaşantısından bir kesit gösterilse iyilik yapmak için onu bulup elleriyle öldürürdü, yıllardır oturduğu mahalleye dahi rahatça girip çıkamıyor esnafa taktığı borçlardan ötürü pek kimsenin kullanmadığı dar uzun bir yolu kullanıp oradan da sokak köpeklerinin bile uğramadığı mahallelerdeki birahanelerde vakit geçiriyordu ayda bir de zifiri karanlık çökünce kaleönünde takılan yüzünü bile göremediği sarışın bir hayat kadınıyla cami tuvaletinde ilişki yaşıyordu. Bir gün yine alkol içerken barın duvarındaki dart ilgisini çekti ve dartın üzerindeki oku ceketine attığı gibi evine doğru yola koyuldu, evine girer girmez duvardaki takvim yapraklarını koparıp yere attı ardından cebindeki oku çıkarıp havaya fırlattı, okun düştüğü tarih 12 Eylül 2025 yani 1 yıl sonraki doğum günüydü "Tanrı bile benimle alay ediyor" dedi kendi kendine zira o ok yaşamına son vereceği günü işaret ediyordu, artık neredeyse günlüğe dönmüş intihar notunu çıkarıp yazmaya devam etti; 

" İnsanın potansiyeli kanepenin arasına sıkışmış bozuk paraya benzer, otururken tesadüf eseri fark edersin, parayı ürkütmeden yavaşça parmak hareketleriyle almaya çalışırken ya tamamen düşürüp kaybedersin ya da tutmayı başarırsın, ben bozuk parayı tutabilenlerdenim fakat elime aldığımda fark ettim ki para çoktan tedavülden kalkmıştı." evet yaşarın boşa harcanmış bir potansiyeli mevcuttu fakat bu potansiyeli sonuna kadar kullansa bile dünyaya en fazla bir çam ağacı kadar fayda sağlayabilirdi, yıllar boyunca sürekli dış etkenleri bahane ederek baskıladığı karakterini ortaya çıkaramadığı için hiç varedilmemiş yetilerini kendi iç dünyasında abartıyordu ve aynı zamanda yarattığı bu kısır döngü kendini daha da dibe çekmesinde büyük rol oynuyordu. Cümlelerini bitirdikten sonra eli sigara paketine uzandı, paketin boş olduğunu fark eden Yaşar yerinden kalkıp ceketini aldı ve kendini dışarı attı. Saat gece 3 suları "bu saatte açık yer bulmak zor" dedi kendi kendine ve açık bakkal bulana dek yollara koyuldu, saatlerce yavaş adımlarla yürüdü en sonunda kendini tren garının önünde buluverdi, kafasında tek bir düşünce dahi geçmiyordu ta ki kendini bir vagonunun içinde ankara istikametine doğru ilerleyen bir trene binmiş olarak buldu, hem son kez eski günleri yad etmiş olacak hem de belki notunu yazmaya devam etmek için ilham bulmuş olacaktı, koltuğuna hiç oturmadan restorant bölümüne geçti ve insanlara mümkün olduğunca uzak bir yere geçip oturdu, dalgın bir şekilde trenin camdan dışarıyı seyrederken 1900lü yılların giyim kuşamına sahip bir adamın yansımasıyla karşılaştı kafasını çevirip adama baktı, adam gür bir ses tonuyla "iyi akşamlar saygıdeğer yolcu!" dedi Yaşar şaşırmış bir şekilde adamı incelerken adam "hafifçe gülerek beni beğendiniz sanırım? tasalanmayın bilmukabele, müsade buyurursanız oturmak isterim zira diğer tüm masalar dolu" dedi ve Yaşarın onayını beklemeden oturdu. Adam hiç gözlerini ayırmadan Yaşara bakıyor Yaşar ise oralı olmadan dışarıyı seyretmeye devam ediyordu, derken bir anlığına adamla göz göze geldi bunu fırsat bilen adam sordu "Tam şuan aklınızdan ne geçiyor sayın yolcu?" Yaşar adamdan rahatsız olduğunu belirtmek için duruşunu düzeltip söze başlayacaktı ta ki adam buna fırsat bile vermeyerek "Efendim kabalığımı mazur görünüz kendimi tanıtmadım ben deniz Korhan Şensoy!" diyerek masanın üzerinden kartvizitini uzattı kartın üzerinde A. Rıza Eskici isminden başka bir şey yazmıyordu, başta adamın deli olduğunu düşünen Yaşar adamla konuşmaya başladı fakat diyaloğun devamında adamın yazar olduğunu öğrendi, notunu yazmaya devam ederken Korhandan öğrendikleri işe yarayabilirdi bunu fırsat bilen Yaşar tüm hayatını adama anlatmaya başladı, Korhan dikkatlice dinliyor zaman zaman söze girerek yerinde sorular soruyordu. Vakit hızlı geçmişti tren Ankara raylarına kavuşmak üzereyken Korhan, Yaşara bir teklifte bulundu "Gerçekten çok etkileyici ve ilham verici bir hayat hikayeniz var sayın Yaşar, şuan üzerinde çalışmakta olduğum tiyatro eserini sayenizde tamamlayabilirim aynı zamanda tiyatromda sahne almanızı teklif ediyorum eşi görülmemiş bir oyun sergileyeceğiz!" dedi, bunu merak eden Yaşar adama kendisine nasıl bir rol teklif ettiğini sordu, Korhan ise iki elini masaya koyarak "Bok!" dedi ardından gülmeye başladı ve devam etti "giriş faslında atın sahneye bıraktığı bok olacaksınız ve oyun boyunca sahnenin kenarında hareketsiz kalacaksınız" diye ekledi, Yaşar bu duruma herhangi bir reaksiyon göstermedi zira ne kendine saygısı ne de enerjisi kalmıştı derin bir nefes verdikten sonra kafasını çevirip camdan dışarıyı seyretmeye devam etti, Yaşardan tepki alamayan adam ise yargılayıcı bakışlarla ayağa kalktıktan sonra cebinden çıkardığı piposunu yaktıktan sonra ağır adımlarla gözden kayboldu.

"Günler geçtikçe hayatım absürt bir filme dönüşüyor gibi, sanki günden güne hayat gerçekliğini yitiriyor, insanlar, yüzler, kurulan cümleler, karşılaştığım olaylar eskisi gibi gerçek hissettirmiyor, sanki gerçeklik parçalanmaya başlıyor ve ardında gizlediği gizemi yavaşça ortaya çıkarıyor gibi, rüyalarım daha gerçek hafızamdaki anılar daha elle tutulur gelmeye başladı belki de zihnim kendimi öldürmemem için son kozunu oynayarak beni hayatta tutmak adına beni bir deliye dönüştürmeye çalışıyordur." Yaşar trende uyuya kalmıştı uyandığında trenin durduğunu fark etti ve iner inmez ilk gördüğü büfeye uğrayarak bir paket monte carlo istedi ve dönüş için Kayseri trenine doğru yürümeye devam etti.

Günler Yaşar için geçmek bilmiyordu, intihar edeceği günü sabırsızlıkla bekliyordu, zaten halihazırda en dibe ulaşmıştı, neredeyse evindeki tüm eşyaları satmıştı ve tüm parasıyla alkol alarak 12 Eylül tarihini kendine daha hızlı yaklaştırıyordu, notunu yazmaya devam edecek herhangi bir materyal bulamayan Yaşar odasının duvarlarına yazmaya başladı "yaşadığım yerdeki en ucuz şey gerçekler, çocukluğumdan beri yüzleşmekte olduğum alıştığım gerçekler, bugün sigara almaya dışarı çıkarken karşı komşum kapısını açtı ve evden yayılan koku ilkokulda öğle arasında beslenme çantamı açar açmaz hissettiğim kokuyu bana anımsattı, ucuz plastik, evde dün akşam yapılmış poğaça, mandalina ve bir tane şeftalili gold meyve suyu, eskiye dair hatırlayabileceğimi hiç düşünmediğim anılarımı çok daha net hatırlıyorum fakat bu durum bana huzur ve nostalji hissinin yaşatmasının yanı sıra o zamanlardan beni bu günlere kadar sürükleyen travma ve psikolojik temelleri daha net görmemde yardımcı oldu ilk öğretmenim Nergisin herkese tek tek babasının yaptığı işi sorduktan sonra babam şantiyede bekçi diye beni bina görevlisinin oğlu Faruğun yanına oturtması, çarpım tablosunda 9 a gelince unuttuğum için bana uyguladığı şiddet liste uzayarak gidiyor, doğduğum coğrafya ve çevreye anne babaya ve bunların toplamında ilmek ilmek örülmüş bir kader, ne kadar ilerleyebilirdim ki zaten? büyük bir yazar olmayacağımı ve 20 yıl sonra bir sabah uyandığımda gözlerimi açıp güne başlama isteğini bile kendimde bulamayacağımı keşke o gün birisi gelip söyleseydi, hala 9 ile bir sayıyı çarparken zorlanıyorum."

Yaşarın bu boktan hayatını sona erdirmesi için ben bile yazarken acele ediyorum zira böyle bir hayatın daha fazla evrende yer kaplamaması her canlı için en faydalı hadise olacaktır, fakat ilginçtir ki yaşar bu intihar mektubuna okadar odaklanmış durumda olacak ki toplansa neredeyse ufak bir kitap haline gelecek bu notları daha büyülü hale getirmek adına sahafları geziyor albert camus, paul sartre gibi çeşitli felsefecilerin kitaplarını notunun ilham kaynağı olarak kullanmaya çalışıyordu fakat bu hikayenin sonu onun da içten içe bildiği gibi haberlere konu olacak veya çığır açacak bir manifesto olmayacaktı, onun farkında olmadan günden güne besleyerek büyüttüğü bu dünyaya iz bırakma içgüdüsü aynı bir mağra adamının mağra duvarına çizdiği çöp adamdan farksız olmayacaktı. 

Yaşarın doğum gününe günler kala vücudunu heyecan kaplamaya başladı bu his en yakın heyecan olarak tanımlanabilse de aslında çok farklıydı notunu hayatına son vermeden hemen önce noktalayacak ve eserini dünyaya armağan edecekti, "Evet ve perde kapanır tiyatro sona erer.. Yarın bu sonsuz döngüye tekrar armağan edeceğim yaşamımın son cümlelerini yazmak üzere uyanacağım, biliyorum ki zaman denen birbirine düğümlenmiş bu garip ipliğin sonsuzluğunda sonsuz kere sona erdirdiğim bu bilincin yarın tekrar kutlamasını yapacağım" 

Yaşarın bugün en değerli olduğu gündü, güneş onu selamlayarak doğmuş, bulutlar onun için kümelenmiş, rüzgar onun şerefine esiyordu. Evet Yaşar bugün bu kadar değerli birisiydi ve işte son gününe gözlerini açtı uyandığını idrak dahi edemeden sanki içerisinde şimşekler çakıyor gibiydi gariptir ki hiç olmadığı kadar mutlu ve hayat doluydu hayatın güzelliğini her hücresinde hissediyordu bunun nasıl olduğunu anlayamayacak kadar da şaşkındı zira bir insan son gününde nasıl bu kadar iyi hissedebilirdi ki? içindeki mutluluk onu zaptetmişti yeni doğmuş bir bebek gibiydi ve bu yaşama sevinci onu intihardan vazgeçme eşiğine kadar getirmişti, şok içinde olan yaşar aşıklar bahçesinin bir bankında uyandığını fark etti buraya nasıl geldiğini dahi ikinci planda sorguluyordu yattığı yerden doğruldu ve ayağa kalktı, içinde kelebekler uçuşan Yaşar intihar notunu yok etmek üzere hızlı adımlarla evin yoluna doğru koyuldu, evet herşey değişmişti Yaşar intihar etmekten vazgeçmişti fakat durum sadece kendi içinde yaşadığı bir şey de değildi yoldan geçen insanlar dahi kendisine gülümsüyor tebessüm ediyor geçtiği her yerde gözleri üstüne çekiyordu dünya sanki tersine dönmüştü, Yaşarın hislerindeki bu tutarsızlık onu endişelendiriyordu fakat o aynı bir uyuşturucu etkisinde gibiydi eve gidip o notu görünce büyünün bozulacağını düşünen Yaşar evin önüne geldikten sonra kapıyı açmaktan vazgeçti, dünya gözüne bambaşka bir gezegen gibi görünüyordu, borç taktığı tekel sahibi Şahin bile onu görünce selam vermiş halini hatırını sormuş en yakın zamanda ziyaretine geleceğini söylemişti. Yaşar eve gidemiyordu ne yapacağını bilmiyordu fakat yaşadığı anın her saniyesinin tadını çıkarıyordu hiçbir şeyin önemi yoktu, her zaman nefret ettiği mahallesinde keyifle geziniyordu.. en dipte olduğu anları yaşadığı, ait olduğu yerler ona yabancı hissettiriyordu. Her zaman uğradığı aslan çay ocağına oturdu, masada duran gazete dikkatini çekmişti tam bundan bir yıl önce intihar notunu başlattığı o gazetenin aynısıydı, evet tarihler 12 eylülü gösteriyordu fakat geçen seneye aitti, bu durum Yaşarın içine kurt düşürdü telefonu kaldırıp baktı ve şoka uğradı çünkü tarihler tam bir yıl öncesini yani harman bardaki intihar notuna başladığı o meşhur geceyi gösteriyordu.. Yaşar kalktı ve harman bara doğru gergin ve hızlı adımlarla yürümeye başladı, barın camından içeri baktığında gördüğü manzara karşısında dona kaldı zira içeride elinde kalemle gazeteye yazı yazmakta olan kendisini izliyordu bir süre sonra Yaşar kendine o korkutucu soruyu sordu "Şuan ben bir yıl önceki kendimi dışarıdan izliyorsam şuanki ben kimim?" ardından ellerine baktı, uzun ojeli tırnakları cırtlak pembe taytı ve sapsarı saçlarıyla yaşar bir kadın olduğunu fark etti fakat sıradan bir kadın da değildi çok geçmeden farkına vardı.. Yaşar müdavimi olduğu kalenin önündeki orospuya dönüşmüştü.. durumun şokuyla dona kalan Yaşar ikinci şoku barın kenarındaki kişinin yani bizzat kendisinin ona keskin bir şeklide bakar bulunca yaşadı, dışarıdan izlediği Yaşar elindeki kalemi bıraktı önündeki gazeteyi katlayıp cebine koydu ve barın kapısını açtı.. sigarasını yaktıktan sonra orospuya yani kendisine doğru yaklaştı ve sordu

"Sakso kaç lira ?"



Yenisey C.

10 Temmuz 2025 Perşembe

Kızıl Tuğlalar - 3

                                                            KIZIL TUĞLALAR – 3

 

Mişvarin oturduğu yerden bir köpeğin yerde bayılmış gibi uyuyuşunu izliyordu. Uzuvları hayvanın titreşim içerisindeydi sanki rüya görüyordu tıpkı insanlar gibiydi. Evrimin tezahürlerini gözlemleyebiliyordu.

 

Maybe death is the freedom of the soul’s loneliness within our body. How could we know?

 

Kaçış Kaçış Kaçış 

Mişvarin hep kaçıyordu aslında aradığı bir yerlerde yine kendisiydi o yüzden bir yerlerde ya da bir kişide kendini arıyordu bulamayınca yine kaçıyordu.

 

Ne para ne nam-ı yüksek biri hiçbir şey istemiyordu sadece ufak bir köşe güneşi hissettiği o çocuk yıllarında amaçsız özgürce koştuğu gibi

Belki de Yavuz Bülentin Ne olursun bir gün beni kapında dinle haykırışı gibi 

Yalnız çocuklar cehenneminde ağuşunu kaldırmış merhamet suyunu bekleyenler gibi 

Sanki sen gibi ben gibi belki de içimizdeki mişvarin gibi 

Gökyüzü sonkez saldırdığında ışığını sahnelediğinde Peyami Safa’nın yazdığı kitap gibi yalnızız

 

Lise – 2 10-R sınıfı ve ilginçtir 2 arada boşluk sıfır ve 10 tire R bu işaret ileride Rize de olacağını o zaman işaret etmişti. 2010 yılında Mişvarinin kendisi Rizede bulundu Yangın Raporunu aldı ve hala saklamaktadır. Bir gün tekrar çıkarılacaktır. 

 

9. sınıf tekrarın eşiğinden nasıl döndüğünü belirtmiştik (K.T-2) ve öyle lanetli bir sınıftan başka bir lanetli sınıf olan sözel sınıfa atıldı çünki ortalama yerlerdeydi. Bu sınıf daha ilk derste sınıf arkadaşları sınıfa giren kadın hocayı görünce bağırıp çağırıp ulumaya başladı. 9. Sınıftaki sınıf arkadaşı Hüseyin Bosna da bu sınıftaydı. Hoca müthiş sert çekti Hayvanlar ben sizin ananınız yaşındayım dedi. Mişvarin bu sınıfta siksen okuyamaz işte dönüm noktası. Babası o yıllar üniversitede meslek yüksek okulunda müdür ve nüfuzlu birisiydi. Nüfuzunu kullanarak Flavio’yu eşit ağırlığın en çalışkan sınıfına aldırdı. 10 -R bu onun içün dönüm noktasıydı çok sonradan öğrendi ki asıl bu durumda etkili olan Yüce Gönüllüymüş şükran mıdır emin olamadı. O yıllar yuvarlak mila schön marka gözlüklerinin yanında yüce gönüllünün loca yemeği ve yemin töreninde hediye ettiği roma rakamlı yuvarlak Moldoa 1853 markalı saati takardı. 1853 onun için önemliydi Van Gogh’un doğum tarihiydi. 

 

O yıllar sabahçı ve öğlenci diye sınıflar bölünürdü dersleri öğleden sonra başlamasına rağmen geç kalırdı. Aynada saçları ile uğraşmaktan geç kalırdı. Akşamları saçlarını düzeltmek için ıslatıp bere takardı evde bere ile gezerdi. Sony marka evde bulunan walkman ile nereden geldiği belirsiz Nancy Sintara kasetlerini berenin içinde kulaklıkla dinlerken müthiş zevk alırdı.

 

Lise yılları karanlık dehlizleri içinde barındıran bir durumdur. Bahar Bakır adlı kızdan hoşlandığında onun yüzünü gökyüzünden daha berrak endamını bir dağ gibi çok vakur buluyordu. Bu baharın ipekoğlu ender denen sevgilisini bir yerlerde kıstırıp tokatlamak istiyordu çünki Baharı aldatıyor ve üzüyordu. O yıllar çok kavgacı bir yapısı vardı. Mişvarin sürekli bir yerlerde yumruklu tokatlı çarpışmalara dalıyordu. Sürekli Carlo Cafiero okuyordu onun gizil hayranıydı. Hayatında sarod ve sitar çalmayıda çok istedi. Ortası cam olan kapısının arkasında milli qehreman Albert Aqarunov’un resmini asmıştı. Her sabah bu posterdeki bir çift göze bakarak uyanıyordu. İnsan içinde mutlak bitmeyen kavga vardır. Ya galiptir ya mağlup siz hangisisinizdir. O yıllar eskimeyen anıların garipliğiyle doludur içimizde örgütçü bir yan vardır. Özellikle mişvarinde bazen bu doruk noktasına çıktı. Sürekli birileriyle kavga ediyor uçan tekmeler eşiğinde suratlara indirilen yumruklar birbirini kovalıyordu. Bir gün Mişvarin yanına kürdü aldı feci bir kapışma gerçekleştirdi. Okulun içinde gayet cesurdu. Bir gün samimi daha olmadan yanıma geldi bana Eski derdi. Eski Eski seninle namussuz hayata ve namussuzlara darbe yapalım ve ihtilal komitesini kuralım dedi. Bundan etkilendim. Aşağılanmaya hayır yükselmeye evet sloganımızdı. Beni Aşıklar Bahçesine çağırdı. Ve birlikte T.S.K’yı kurduk evet biz kurduk. Türkçülerin Sosyalist Kurtuluşu örgütünü kurup birer mısra birbirimize Attila İlhan şiiri okuduk oturduğumuz demir sandalyenin yanına diz kırıp Kropotkin ve Babeuf çok yaşa dedik istemsizce ve hakeza usulca ayrıldık. Çok sonra ben sabahçı o öğlenciydi görüşemedik. O yıllar Mişvarinin ortaokul sınıf arkadaşı p.gül b.kiraz lisede de aynı okuldaydı. Ve ihtiraslı bir yanı vardı. Bazı erkekleri cezp edebilirdi. Yalnız onun yanında beraber takıldığı P.gülün yakın arkadaşı Müberra diye bir hanımefendi vardı 2004 – 2007 yılları arası Melikgazi Lisesinin Müberra soyismini bilmiyoruz isimli hanımefendi gökyüzünden daha berrak Tanrının işte bu benim der gibi masumiyetin ve zarifliğin hayat bulmuş yüz sadeliği Melikgazi Lisesinin Müberrası vardı. Bir gün okul çıkışı çok kalabalık ulen ne imiş bu kız arkadaş dedirtti hepimize, genç yaşlı ihtiyar bu kız içün müthiş bir kavgaya tutuşacaktı. Sanırım bu kız kesinlikle bir ordu dağıtabilirdi. O akşamın mavi büyüsünde Mişvarinle karşılaştık kesinlikle bu kız için bütün düellolara girerim der gibiydi. Fekat onun aklı Bahardaydı. Bana TSK nın toplantılarına niye gelmiyorsun dedi. Ben henüz hazır değilim dedim. Ve sonra Batman’ın Gothamındaki şehirdeki jokerler gibi yüzümüzü boyamalıyız dedi. Al bunu diye broşür verdi Gotha kongresi eleştirisi adlı programı oku seni imtihan yapacağım dedi. Göt lalesine bak, bana kuruyor diye içimden kendisine söylendim. Uzun müddet karşılaşmadık ama umutlarımız her batan şafağın kızıllığında ağaracak bir dahaki yeni umutlar için birleşecekti. Okul çıkışı son karşılaşmamızda dedi ki örgütü lağvettim gelmedin dedi. Neden dedim çünki bizi ülkü birliğimizden ayıran din dedi. Çünki bu ülkede hiçbir zaman işçi yürüyüşlerine vücuduna paslı demir kokusu sinen işçiler katılmaz dedi. Cüretkar konuşuyorsun dedim. Din ne alaka dediğimde ise senin peygamberin Muhammed benimki ise Percy Bysshe Shelley dedi. Aslında devlet yok ama tam bir Kautskyist gibi işçilerin bir devleti olmalı dedi ve gitti. 

 

Sessizliğin asudeliği Mişvarini hoş ederdi. Sözel sınıftan çalışkan sınıfa geçtiğinde Geometri dersi vardı yeni sınıfa adapte oluyordu. Hoca tahtaya kaldırdı soruyu bilemedi. Niye geldin kalaydın o sınıfta dedi. Ve tahkir edici alaylı ifadelerde bulundu. Bu hoca pala bıyıklı meşhur Roket Hamdi idi. Daha ilk derste bu mukabeleyi hayatı boyunca hiç aklından çıkarmadı. Sınıfın hocası; Edebiyat hocası Selma hanımdır. Bir derste edebiyat hocası selma ders kitabındaki şiiri okumasını istedi Mişvarinde dümdüz okudu. O kadar kötü okumuştu ki Selma ona çok berbat okudun dedi sınıfın ortasında ağır rencide etmekte bulundu. Kendisi edebiyata daha sonra ilgili oldu. Şimdi iki insanlığın en aşağılık artığı Roket Hamdi ve Selma’dan insanlık namına ne beklenebilirdi? Bu lağımdan yaratılmış iki yaratık insanı insana nefret ettirirdi. İyi tarafından bakmak lazımdır ki Mişvarin bu iki lağım mikrobu sayesinde iyi bir heccav oldu. Bunların hiçbir zaman iyi talebeler yetiştirdiği söylenemezdir. Daima ileriye giden akış içerisinde yok olacaklardır. Yeni, eskiyi döver ve yıkar. Hiçbir gökyüzüne kadar uzanacak baraj seti dahi bu taşkın su gibi yeniliğin önünde duramaz. 

 

Geceleri yalnız sigara içenler değerlidir. Mişvarini geceleri uykudan mahrum bırakan nedir? Yoksa Müberra nın yüzümüdür? Müberra’nın yüzü kâinatı sonsuzluğa nişanlardı. Su bile kendi rengini kıskanırdı. Mişvarinin beden eğitimi dersinde yaptığı garip bir ritüel vardı ayakkabı bağcıklarını bileğine bağlardı. Fasülye üzüm nedir bu bağlantı kıs kıs gülüp hı hı hı mırıldanırdı yangın raporu.

 

Hoy callomos. Que hable la soledad

 

Mişvarinde gel zaman sinir harbi had safhaya çıkardı bu durumun bir künhünü anlayamadı. Bir gün tuvalet kapısında karşılaştık yine sinir buhranlarından birine denk geldik kulağıma bana bir şey olursa beni nişapur veya curcana göm dedi. Yılkıların kafasında dörtnala gittiği bir anda karşılaştık sanırım.

 

M. Eminoğlu Melikgazi lisesi en aşağılık öğretmenlerin atandığı lisedir. Tam mahiyeti ile berbatlıklar korosudur. Daha sonra Anadolu lisesi oldu kalite arttı sanırsınız Asla! 2016 yılında iğrenç matematikçi bayram Özcan denen adi birisi kız öğrenciye istismarda bulundu ve bu körpecik babası polis idi dayanamadı babasının beylik tabancası ile intihar etti. Cansel Buse Ölümsüzdür! Bu lisenin tarihindeki bütün kadro yargılanmalıdır. Eğitimin suikastçıları cezalandırılmalıdır.

 

Mişvarin o yıllar ülkede bir ilk olan Pravda gazetesini çıkardı. Başlıklar haykırışın timsali gibiydi Yoldaşlar Dayanın! Haksızlığa Hayır! Acizliğe Silah Çektik! İşçiler Direnin! Kavgamız Çok Asil! Yoksulluğa Geçit Yok!! Herkes İçin Onurlu Haysiyetli Yaşam! diye başlıklar atıyordu. En ön siperlerdeki dağları ikiye ayıracak zelzele gibiydi. 10-R sınıfı: Ne sınıf Mişvarini hatırlasın Ne de Mişvarin onları Gizem K.kaya, Yasmin Şaştım, Ahmet Çarkıt, Umut K.kya, Tayfur İşgüzar sınıf arkadaşlarıydı. Bu lise yıkılmıştır. Çok Şükür.

 

Bu lisenin duvarları katmerli bir hiçtir. Büşra Çakmak bu ortamın ortamsızlığındaki en asilzade kişidir. Ruhunun dolaştığı yerlerdeki duvarlar bile cennet çiçeklerini andırabilirdi. Bu asilzadeliği hangi soy ağacından genine nakil aldı asla bilinmez. Onu kadın ruhunun abideleşen isimleri arasına alabiliriz mesela dipçikle kafasına vurularak öldürülen spartakist ruhunun en büyüğü Rosa Luxemburg yetmez!! Yurt severliğin 18’inde galaksilerden daha büyük abideleşen Zoya Kosmodemyanskaya !!!

 

Bu yurdun yurtsuzlarına selam olsun Mişvarin odasında mum ışığı nostaljisini yaparken Stefan Lochner'ın Gül Çardaklı Meryem’in önünde düşkünlerin yaratıcısı ile evlenmeyi niyet etti. Duydu seni ve mum akarı yok ışığı söndü.

 

En iyi anlaştığı kişilerden birisi Poçevski idi. Bu arkadaşın babası müteahhit abisi mimar amca oğlu ise sosyologdu. Bu sosyolog tip olarak koniyi andırıyordu. Adını soyadından almıştı Poçev Poçevski. Mişvarin onunla bir kere karşılaştı.

Poçevski akıllı birisiydi yaşamın sırrını sanki keşfetti gibi sürekli hayatını renklendir. Para ile bir şeyler yap gibi mişvarine telkinlerde bulunuyordu. Bir keresinde bir kadını baştan aşağı nasıl becerdiğini anlatmıştı. Fekat Mişvarin mutsuzlar tarikatının pir üyesidir. Bu konular ona uzak ve lüzumsuzdur.  Bu yüzden kafasına ara ara mevzu bahis olan bu kadınların hiçbirisine yanaşamadı bile vesselam 

 

Pravdaya bir gün Eski mahlası ile yazı yazdım hoşuna gitti en üst levhada neşretti başlığı ise itiraz edindi. Sayılı nefeslerimizin şerefine bir düzine yazı yazmak isterdim dedim. Akşam baharın çalıştığı inciroğluna incir çiçeği bırakıp sen gel baharın gelmesine lüzum yok dersem senin adına mutlu olurmusun Mişvarin? Sarıldı ufak ağlamaklı hayır Kavgamız var inkılap savaşçıların sevgilisi yalnız savaş ve pusattır dedi.

 

Mişvarine dedim ki; sen hayali hayat gibi yaşıyorsun bu durumdan kurtulana kadar seninle görüşmeyeceğim dedim. Zaten yaşadığımız onca şey hayalde kalmadı mı? Dedi. Yaşanacak olanlara mevzi açsan olmaz mı? Dedim. Hepsi zaten hayalde kalacak ne lüzumu var dedi. Öl ozaman öl diye bağırasım geldi. Yapamadım kuru bir el sıkışması nefes aldığımız zamanlara saygı duyalım bari ne yapayayım dedim. Gökyüzünün bir gün çekip almasını bilerek yaşamak yeterlidir. Bir çiçeğe dokunabilmekte yeterlidir. Mişvarin Mişvarin Mişvarin Ne imiş o miş gibi varın 

Yarın görüşemezsek bir yerlerde görüşelim nefes aldığını bilerek veya bilmeyerek dostum.

 

Bu beyni rutubet tutmuş şehrin muhtelif yerlerinde Poçevski ile çok başa baş lakırdılar yapardı. Poçevski insanlardan tiksinirdi kendince haklı olabilirdi. Büyük dedesi Köylüydü kasıntı birisiydi. Köylü hakları için ciddi mücadeleden sonra kazanımları olmamıştır. Dedesi Anselmo Lorenzo’nun çok iyi akradaşıydı. Bu yüzden Poçevskinin adı Anselmodur. Mişvarinle muhavereleri bitmezdi. Artık yeni yapay zekanın dini doğuyordu eski köhne ideolojiler yok oluyor Cyberpunk’ın yarattığı yeni bir siyasal aklın yanında kıyametin doomer gençliğide doğuyordu. Bunu buruya yazın bunu keşfeden siyah bandanası ile büzük dudaklı Anselmo Poçevskiydi. Tebrikler. Eski fikirler ırgalanmaz olacaktır. 

 

Çıngırağın sesiyle herşey başlar

Yerli yerine oturur taşlar

Kozmos Kozmos sanki bu bakışlar

Bu ne biçim siyah ince kaşlar

Seyreler mi baharı varoşlar

Beden arzda ruh yüksekte başlar

Başlar başlar başlar 

 

En fakir adamların bile hülyasına konu olacak bir cennet kokusu vardır. Poçevski midesine indireceği çay istilası için Mişvarine temmuz akşamları ziyaret eyledi. Halbuki temmuz akşamlarına kırgın bir yapısı vardı. Babası gibi müteahhit olmak istemiyordu. Onun insanlara değil böceklere ev yapma gibi bir hayali vardı. Bu yüzden kendisine böceklerin efendisi denilmesinden keyif duyduğunu söyleyebiliriz. Bir keresinde mikrop tanrısı olmak ile insan tanrısı olmanın arasında hiçbir fark yoktur dedi. Müthiş bir tesbittir. Alkış alkış alkış. 

 

Poçevski aslında bütün uzuvları ile sanata vabestedir. Zaman zaman alakadar olduğu evdeki schimmel marka piyanosuna parmakcıklarını deydirirdi. Az zamanın verdiği huzursuzluk içinde yeni pınarlara yol açmaya engeldir. Bu zaman darlığında Mişvarini evine davet edip kısa filmler üzerine uzun koyu muhabbetler çevrilirdi. İkisinin de hem fikir olduğu en sevdikleri filmi 1990 yapımı Cyrano de Bergerac olarak belirlediler. Yalan söyledim Matrixtir. Çünki bu film anamnesis çıkarımlarını ikisinin de destekliyebiliyordu. 

 

Eskiyi anmak iğrençtir. Mişvarin ile arama uzun geniş bir sınır koyma vaktine yaklaştık, bunun sebebi refte refte üzerimize gelen hayatın ümitsizliğidir. Hayır bu da değil !! O Yahudi kız ismi Naftali Harfa, Mişvarin hep politik düşünüyordu ona sürekli bir mektup yazıp benim vasıtamla göndermek istedi. Sanırım onun dimağından etkilenmiş olabilirdi. Neden! Sürekli yazıyordu bana göndermem için veriyordu. Ben ise mektupları asla götürmedim. Çünki politik yazıyordu. Kendisinin bir gün Çiçerin olacağından bahsediyordu. Bu kız aslen Muğlalı Yahudi bir ailenin kızı idi. Güzel sanatlarla ilgileniyor felsefe ile meşgul oluyordu. Felsefe ile uğraşması Mişvarini etkiledi. Ben mektuplarını alıp kendi müstear ismimle mektuplar yollamaya başladım gözlerinin güzelliğinden dudaklarının büyüsünden bahsedip bir divan şairi gibi mektuplar yolladım. Belki uçuk bir sosyalisttense benim gibi tulumbacı bir sokak şairini sever diye düşündüm. Yanılmakta güzeldir. Mişvarinin mektuplarını yollamıyordum ve ona sanki ihanet ediyordum. Kendi mektuplarımda şiirler yazıyor Bahaeddin Şakir ve Tiryaki Hasan paşadan bahsediyordum. Ve bir gün Mişvarinin kendisine dedim Naftali Harfayı ben sevdim dedim. Olamaz dedi bir Türkçü yahudi sevemez dedi. Evet sevemez nokta son. Ve bir daha görüşmemek üzere küstük. Bu durumun bu kadar neşvünema olmasından sorumlu kendisidir.

Naftali Harfa kendi din ve mezhebinden birisi ile evlendi. Bir çocuğu oldu. Mişvarin evde çamaşırlarını kendi yıkıyor. Ben ise ucuzcudan günü birlik çorap alıyorum. Görüşmesek de Mişvarini seviyorum o benim aynadaki yüzümdür. Bana emanet ettiği Hakkı Behiç Bayiç resmini saklıyorum.

İçimde bir şey var acı çekiyorum

Ama biz biz olmaktan vazgeçmedik.

 

                                                                                                                                  NOKTA

 

 

 

26 Ocak 2025 Pazar

Kızıl Tuğlalar - 2

      Flavio aklına gelenleri var birde aklına gelmeyenler? duvarlar konuşur mu? lise zamanları dercedilmelidir. Okulun ilk haftası kavga çıktı. Berbat bir okuldu ve aileler oradan eğitim görmemizi ümit ediyor mu? bilmiyoruz? Başlarından atmak içün yeterlidir. Lise 3 seneydi İlk yıl 10 dersin 8'inden Flavio kaldı. Tanrının küçük fısıltısı mı bilemem sınıf tekrarı olması gerekirken devletlû hükümet liseyi 4 sene yaptı. Sınıfta kalanlarında alttan dersleri almasına imkan tanıdı. 

lise 1'deki bariz anılardan birisi Biyolojici Toto Bekir Bulut'un sınıfa uğultu olduğunda "itin dölleri" diye hitap etmesiydi buyrun bize hücre anlatacak öğretmenin eğitim şekline bakınız, bir kişi dahi itiraz etmez mi? Sen kimsin bize böyle hitap ediyorsun. Sanırım o dönem Mişvarin ve arkadaşlarının bedenleri değil sadece ruhları da eziktir. İtiraz yok! Sınıfın en çalışkanından en uslusundan en berbatına kadar herkes itin dölü.


Her ne ise o belki Tanrı kulağına bir şey fısıldar neden hep akıllı olanı yapma eylemi içindeyiz? Neden karnımız acıktığında yemek eylemi üzerine oluruz. Akıllı olanı yapma eyleminin tersi nedir? Mişvarin aradığı bir şey var o nedir bilmiyor? Bir şey var ne o herekesin aradığı bir şey herhalde onu bilmiyor sualler zinciri sanırım.


Medeniyetler yıkılıyor yeniden kuruluyor Cyberpunka bir gidiş var emin olmak ve olmamak arasını kestirmek güç değildir. Hala ilkeliz gözlerinin içine bakan bir çift retinadan bunu anlamamak zor değil.


Lise -1 9-C sınıfı okul numarası 981 8+1= 9. sınıf evden okula çıkmak için ayakkabılıktan kahverengi o zamanın modası olan sivri burun ayakkabısını çıkardı giydi. ayağına bir şey temas etti. Ayakkabısının içine iliştirilmiş bir not. Bu bugüne ışık tutacak M.Ö. 2025 M.S. 2025 bu hadise 2005 te oldu. Kağıtta sadece " Yakın Kılar " yazıyordu ve sanırım altındaki akadcaydı. Ninova locası toplantısına davet edildiğini hiç aklına dahi gelmedi. Bu hikaye 27 Aralık 201+8 deki yazılmış olan sahte kimlikli gerçek hikayenin yansımasını teşkil etmektedir. Orada bir kısımda belirtilen ayrıntıya yer verilmeyecektir burası içinde kesinlikle geçerlidir. Çünki bu havasını soluduğu şehir bu medeniyetin iktisadi başkentiydi. Bu grup oradakilerden farklıdır. Toplantı kısa sürdü ve sadece arka sırada oturuyordu. Bu kadar. Gereken mesaj alınmıştır. İşte o hikaye o günde belirtildiği gibi kim bilir ne zaman berdevam edilecektir denildiğinde bugün devam niteliğini biraz kazanmaktadır. İşin garibi toplantının tren garında olmasıydı. 


Kim düşüncelere gem vurabilir ki? 9-C sınıfı Flavionun lisedeki sınıfı rezil bir sınıftı. Bu lise alt sınıf halklardan oluşan kolpalığın cirit attığı bir okuldur. Aşırı kalabalıktır. sınıflar 60 - 70 kişiliktir. A'dan başlayıp U'ya kadar o dönem sınıf vardı. harfin ilki not ortalaması orta okuldan intikal eden en kötü sınıftır. Yani 9-U sınıfı en çalışkan 9-A sınıfı en boktan sınıftır. Flavio Mişvarin 9-C 981 nosu ile sondan üçüncü sınıfta okuyor seviye olarak kötü sınıftır. 

Orta sıranın en önündedir. Flavio, Alper ve Hasan Hüseyin Balıkçı adlı üç kişi bu sırayı paylaşmaktadır. deftere yazı yazması çok zordu. Derslerle alakaları yoktur. Muhtelif sınıf tekrarı yapan tipler vardı. Bunlara çift dikiş denirdi. Hasan Hüseyin Balıkçı sessiz ağzından kelimeleri dair tabiatının gereği aşırı sessiz çıkardı. Yaman garibanlık ne denilir ki? Masumiyet vakfediyordu. İmkanı kısıtlı mahallede oturuyordu. Merhum Sivaslı Zülküf ile aynı mahalledeydi. Kendisine Balık derlerdi. İyi bir insandı. Bunu gerçekten bir insanın arkasından söylenebilecek muazzam bir sözdür. İyi bir insandır. Bir gün okula ağzı yüzü şiş geldi. Mahalleye giderken Kanını siktiklerim çevirmiş çocuğu sebepsiz dövmüşler. Yemin billah içimiz parçalandı. Lan sülalesine kaptırdığımın çocukları böyle mazlum bir adama saldırmak şeref meziyetlerinin en aşalığı değil mi? Gerçi çocukların bombalanıp betonlar arasından cansız bedenlerinin çıkarıldığı dünyayı canlı izliyoruz. Dünyada sebepsiz suç işleyenlerin götüne oklava sokmak lazım bu genel dünya yasası olmalıdır. 


Flavionun ağzından hiç unutamadığı ağır vakayı dinleyelim;

O yıllar koridorlarda öğretmenler nöbet tutarlardı. İtin dölleri olan talebeleri zil çaldıktan sonra sınıfa tavuk gibi tıkıştırmak içün.

Birgün bu durumdan aşırı bunalmış bir koridor kahpesi öğretmene denk geldi. Normalde adeti değildi ama zil çaldıktan sonra hocanın gelip gelmediğini bakıvermek istedi. Fakat yine orta okuldaki resim hocasından yediği dayak gibi koridor nöbetçisi hoca sınıfa dalıverdi. ilginç olan yine kadındı. Flavio hamle dahi yapamadı kadın ön saçlarından tuttu önce sağa sola çevirdi. sonra sağlı sollu patlattı. Aklından çıkmayan nedir biliyor musunuz Flavionun? Sınıf alkışlıyor evet sınıf alkışlıyor kıpkırmızıydı. Millet masaların üstünde nara atıyor ve oley diye alkışlıyor. Belkide hayatında hiç bu kadar aşağılanmamıştı. yaklaşık 65 kişi masaların üstünde tepinerek alkışlıyor olaya bak. Ve kusura bakmayın Flavio adına ben özür diliyorum ve aklına gelen nedir biliyormusunuz söyleyip söylememe noktasında arafta kaldım. ama bilenen bir laf ... olanın dini olmaz.  İşin garibi 20 sene geçmiş Floviocuğum çık diyorum akıldan çıkmıyor böyle en müstesna zamanlarda soframıza meze oluyor işte ne yapacaksınız. Lütfen nezaketli olun!


Flavio Mişvarin okumayı bırakmak istiyordu. Bunun emarelerini görüyordu dersleri çok kötüydü ortam çok kötüydü, tuvaletlerde sigara içilmeyen lise yoktur. Hasan Hüseyinde bir gün kahvaltıda balık yemiş ve koku üstüne sinmişti. Kimya hocası Yunus Yücel çok kaba ve çirkin birisiydi. Bütün bu kötü olgular nasıl bir araya gelebilirdi? okulun ilk haftası orta okuldaki hoşlandığı kız gelmişti nezaketle red etti. Şu koluna en iyi arkadaşının ismini yazan hanımefendi yolu açık olsun. 

Yarı yıla girmeden ailesine söyledi. Mişvarin okumayacaktı. Hiç umursamıyor bari ibadet edeyim dedi. Okulun mescidini merdiven arasına yapmışlardı. İçeri girdi Paul Gauguin'in tablosu vardı D'où venons-nous ? Que sommes-nous ? Où allons-nous ?  Ne alaka böyle bir tablonun ne işi vardı? Tablonun duvarla arasına kağıt iliştirilmiş açtı okudu. Beyaz şehir otobüs duraklarından Yüce gönüllüyü gördü. Onun bir kere elini sıkmıştı. Locanın başkanıydı. " Ve yapman gereken ne ise onu yapman için erken, Yapmaman gereken ne ise onu yapmaman için geç dedi "  Mişvarin anladı kontrol onlarda okulu bırakmaktan vazgeçti. Mişvarinin ilginç hasletlerinden bir tanesi hatırlıyordu. Bariz bir takım durumları unutmuyordu. 

Okulda ön sıradayken arka sırada habibe oturuyordu sürekli onunla didişiyordu, habibe sırtına kalem batırıyordu. Onunla sürekli tartışıyordu. O yıllar ilginç münasebetlerin olduğu zamanlar ve geçerli olan orman kanunlarıydı. Mişvarin bir gün çok sinirlendi ve böyle bir didişme anında habibeye bir tokat yapıştırdı. Bir kadına asla el kalkmamalıydı olması gereği varmış oldu. Canına tak etti sonra habibeyle iyi anlaştı. Kusura bakmasın.


Flavio o yıllar nescafenin içine limon sıkardı. Kazağı mutfakta dururdu. Akşamları Daniel Bell'in yazılarını inceler ideolojinin seküler bir din olduğuna kanaat getirdi. Sınıfta çift dikiş olan Dinçer tombul Yelizi götürmeye çalışırdı onu tahrik sınırlarını zorlayan birisi bulurdu. Onlarda o yıllar sekülerizmin kurbanıydı. Lise -2 ye geçmeyeceğim o başka hatıratın konusudur. Büşra Çakmak adlı hanımefendi süper bir insandır. Babasının kitapçı dükkanı vardı. Sonraki yıllar onun Abant İzzet Baysalı kazandığını duydu. Şimdi ne yapıyor bilmiyordu. Onun Tayfurdan etkilendiğini düşünürdü. Aslından Büşradan etkilenen Mişvarinin kendisiydi. O yıllar sagonun vasiyet parçası popülerdi. severdi. Mişvarinin kendisi vasiyet edeceği hiç bir şeyi olmadı ve vasiyet bırakacağı bir kızıda olmadı. 

Flavio kendisi seküler ve dinsizdir. İlginçtir ki geceleri yüreğini burkan Sıddık el-Minşaviden tilavet dinler duygulanırdı. Flavio Mişvarin hafta sonları yapılan ailecek tüketilen yağ mantısından hoşlanırdı. Hafta sonundan hafta başına doğru yol alan akşam en iğrenç akşamdır. Hatırat hatırat hatırat masa bile hatırat  Flavionun lise birinci sınıfta ne kadar itici bir topluluk bir araya gelmişti. Sınıfta bir gün masaların etrafa savrulduğu muhteşem bir kavga çıktı. Talat Oray sınıf arkadaşı idi. Ve çok kavgacı yapısı vardı. Cin Yunus denilen bir zıpır ile masanın üstünde vuruştu. Dadaş İrfanda karşısında Ethem midir Hatem midir ne sikimdir çocuğa Flavionun karşısında attığı tokatla neredeyse boynunu kırıyordu.

Yıllar birbirine zincir olmuş halay çekiyordu. ne kimseyi hatırlamak ne kimseyle muhattap olmak istiyordu. Müdür yardımcısı Erdal denen katmerli it çok kötü davranıyordu. Zaten lise berbatın ötesi birde müdür yardımcısı kepçük ağızlı güya matematikçi herkese onurunu kırıcı dayak ve hakaret ediyordu. Birde kapının meşhur bekçisi Bekir sonradan postaladılar bu at kafası iğrenç suratlı bir herifti. Bu kaşar herif okulun giriş kapısındaki odada kalırdı. Bir gün akşam vakti Mişvarinle birlikte torpil attık ve kaçtık. ilk devrimci hareketimizdi. Bende kapıyı sprey boyayla boyamıştım. 


Flavio Mişvarin Lise 1'de Kant'ın etik bilinçlendirme açısından ahlak metafiziğinin temellendirilmesindeki buyrukların toplumsal ödevler niteliğinde dayatıldığını keşfetti bu temellendirmeleri kendince uç buldu. sonuç olarak üç buyruktaki kesin ve ödev buyruğunun sonucu pratik buyrukta neticelendirilmektedir. İktisadi şartların her ne kadar insan hayatını doğrudan kuşattığını anlamlandırsa da Kant'tan önce Stuart Mill'in insanın ulaşmak istediği hazların buyruklardan daha baskın olduğunu düşünmektedir. Bu hazlar önce düşüncede sonra bedensel olarak yansımaktadır. 


Okulun çıkışında lanet olsun ne kavgalar olurdu. gruplaşmalar keskindi. Taşlı sopalı ve kemerli kavgalar çok şahit oldu. Kemer çok kullanılırdı. Hemen kılıç gibi davranılacak en önemli silah kemerdi. Tanrıya şükürler olsun Melikgazi M.E lisesi bugünlerde yıkılmıştır. Hatıraları ve anıları ile birlikte çürük raporlu aşağılık okul tarihin bir cilvesi bugün yıkılmıştır. 


Flavio yağmurun kokusunu çok severdi saçları bozulmasın diye de yağmur yağmasını hiç istemezdi. Bir şey arıyordu ne idi o hiç bulamadı. O yıllar küçük radyolar vardı ondan aldı geceleri TRT 3 klasik müzik kuşağını çok dinlerdi toplantı saatleri de oradan radyo sunucusu tarafından şifreli söylenirdi. Hisli yıllardı. 

Geçen şişhane metrosunda gördüm Mişvarini Galata köprüsündeki kafede kahve içmeye davet etti. Biraz aklar düşmüş saçlarına uğruna kitaplar yazdığı aşığından bahsetti gördüm dedi büyümüş serpilmiş kırmızı giysi çok yakışıyordu pembemsi giysisinden bahsetti ve bana hala Türklük mü dedi? Ben ise bırakamıyorum ki dedim. Sende Bilge Kağandan nüfuz etmiş bir gayz taşıyorsun sakin ol dedi. Bende tamam dedim. Ayrılmam gerektiğini Mişvarine söyledim. Ama son kez hala Schubert dinliyormusun dedim? symphony no. 5 hiç unutamam ki dedi. 

Bu karşılaşmadan kısa bir süre sonra Mişvarinle Trabzonda sur'un içine yapılmış otantik İsmail Hakkı Berkman kütüphanesinde karşılaştık Lyotard ve Bauman üzerine yemin ediyordu. Hastalığını Kuzey ekspres gazetesindeki bir köşe yazısına iliştirilen kağıttan aldım. Yanına geldim nasıl olduğunu sordum şizoid bir bozukluk sürecinin intrapsişik etkilerini atlattığını söyledi. Klein okumuştur. 

Aklına bu aralar sürekli Gabriel Fauré'nin Pavane şarkı sözlerinin takıldığını söylemekte ve 10. sınıfın R harfli sürecinde beğendiği Bahar Bakır'ı sürekli hatırlamaktadır. O da bir ara anlatılır son. K.T. - 3 gelmeli mi? 






Eskibeyoğlu A.R.
 































9 Eylül 2024 Pazartesi

Eskibey'in kayıp kızı Ferdası

 


Güzel kızımız biliyorsun ki ismini Tevfik Fikretten çaldık. Cismin ve cemâlin hürriyette saklıdır. Anasız kalırdında babasız ve vatansız kalamazsın. Babasının kızısın çünki sana her şeyi Eskibey öğretti.

Biliyorum istemezdin baban eskibey içün mecnunların katibi sarhoşların amiri derlerdi. Babanız eskibey sizin hep iyi bir baterist olmanızı isterdi. Onunla hep Iron Maiden dinlerdiniz sen küçüktün odana gelip kulağına Led Zeppelin şarkılarını dinletirdi. 

Eskibey garip takıntıları olan bir adamdır. hayatta Deep Purple'ın Child in the time parçasını dinlememiş birisiyle asla muhattap olmazdı. Küçüktünüz hem de çok; bir gün geldiniz elinizdeki bateri çubuklarıyla Black Sabbath'ın parçalarının en iyileri olduğunu babanız eskibey'e küçük bedeninizle çıkıştınız kızdınız ve gittiniz. Eskibeyi duygulandırıp gururlandırdınız işte babasının ihtilâlci kızı. O sırada hatırlatayım Eskibey Ram Jam dinliyordu. duvardaki ittihat ve terakki armasına bir süre takılı kaldı. Hatırlayamazsın bir gün yemeğini yedirip Angéla Debeau müziğiyle uyutmuştu seni çok komikti. 

Sen onun ferdasısın o yüzden ismini ferda koydu seni uyuttuktan sonra kapına hafif aralık bırakıp salonda sesini dinleyip sigarasının dumanının ip gibi tütsüleyip halkalandığını görmekten zevk alırdı. Bunu yaparken kısık sesle Paul Stanley dinlemeyi ihmal etmezdi. O küçük kız babası ile Steven Tyler yüzünden tartışırdı. Eskibeye göre dünyanın en güçlü sesi Steven Tyler da idi Ferdaya göre ise Twisted Sister grubuydu. Aerosmith parçaları eşliğinde delileri dahi imrendirecek şekilde çılgınlar gibi dans etmezmiydiniz hem de nasıl 

Eskibey ferdayı yetiştirirken çok dikkatli davranıyordu premorbid bir kişiliğe sahip olduğu için zihni çöküntülerini ferdadan saklıyordu. Bu durumların tedavi yöntemini Homo Ludens taktiklerle çözümlüyordu. Duyguları ne zaman gadre uğrasa ferda ile oyun oynayarak arınıyordu.

ah ferdacık yapma bunu baban eskibey opera dinlerken mutfaktaki mermerlerin üstüne çıkıp bağıra bağıra şarkı söylüyordu. Bütün bu yumarcıklarının nihayetinde ferdayı Tuğrul Bey zamanının hikâyeleri ile uyutuyordu. Bazen eskibey lavabonun lambasını açık unutuyor, aylardır ütü yerde duruyor. Ferdayı tatlı tatlı odasında uyutup aylardır salondaki kanepede yatardı. dediğimiz gibi garip takıntıları olan bir adamdır. Hep aynı duraktan tramvaya binip hep aynı tramvayda Naima tarihini okurdu bir türlü bitiremedi. Geçmiş zehir gecelerin birinde Vladimir Ashkenazy'in icra ettiği müzik eşliğinde Vezir-i azam Dilaver Paşa hikayesi ile Ferdayı uyutmuştu. Ferdadan arta kalan muhallebiyi kendisi yemişti. Annen Eskibeye ciğer borçludur çünki sigarasınında kalitesini düşürdü her nefeste onu düşünürdü. İnanılmaz bir çift adamdı çaydanlıkla tartışırdı  çaydanlığa oflu derdi. Gülme insan kendisiyle tartışmazmı? 

Ferda dersten kaytarmaya kalktığı zaman Alice Cooper, Billy idol, Dire Straits cdlerini eskibey saklardı. ferdada babasının çekmecesinde bulunan Guns N'Roses, Wille Nelson, Ozzy Osbourne ve ZZ tap posterlerini saklardı. sonra aralarında akitleşirlerdi. 

Eskibey'in zaman zaman içindeki çocuk adam durmadan konuşur kendisine duyduğu nefret nefret nefret yeter artık bırak kendinle konuşmayı dercesine iniltiler eşliğinde raksediyordu. Ferdanın resim meziyetinin gelişmesi için çok güvendiği dava yoldaşı Sivas Hafikli Coşkuneroğlu Bartukan'a bırakıyordu. Coşkuneroğlu B.'nin aslında içinde aile, çocuk ve değerler manzumesine asla saygısı yoktur. Bunları toplumun yaratmış olduğu psişikler örüntüsü görürdü. Kendisi Budist bir Türkçüdür. İnsan beyninin bok taşıdığını düşünürdü. arınmanın tek yolunun budist meditelerle telafi olacağını belirtirdi. Eskibey ile Merkez-i Umumide tanışmıştı. Coşkuneroğlu B mühendislik tedrisatını icra ederken hukukçu bir kıza sereserpe budist bir serseri gibi aşıktır.  Ferdaya resim cızmayı öğretirken kendisinin etkilendiği Caravaggio tarzını kıza aşıladı. Ferda aziz matta çizmeyi öğrendi. Coşkuneroğlu B amcası ona kara kalem Tiziano tarzı resmetmeyi de öğretebildi. Eskibey merkez-i umumide yazıhanesine giderken ferdayı coşkuneroğlu b'ye bırakırdı. çok güzide yıllardı.

Merkez-i umumide bazı arkadaşlar Ferdanın Bartukan'a bırakılmasına karşı çıkarlardı, nedeni ise Bartukan bey'in ruhsal bir takım helezonları olduğunu düşünürlerdi. özellikle hafikte ailesinin bir ev yaptırdığı ve oraya gidip nadide çiçekleri kopardığını anlattığına şahid olmuşlar Bartukan Bey ise o çiçeklerin diken üretip yolunu kapattığını o yüzden bu muameleyi yaptığını savunmuştu. Bademci ise ona Milanodaki yıllarında shoptan bir maşrapa alıp içine kolonya döküp çiçekleri suladığını anlattığı hikayeyi ne ile izah edilebilirdi diye eskibeye sual etti. eskibey ise baylar abartmayın dedi. 

Bartukan bey tıpkı eskibeyoğlu gibi müzikte takık bir insandı. Bartukan bey'de hayatında Beastie Boys grubunu dinlememiş birisini adam yerine koymazdı. Ferda da onun kızı sayılırdı ona Dizzee Rascal, The sugarhill gang ve Pulp grubu eşliğinde müzik dinletip resim çizdirirdi. Pulp grubunun solistini merkez-i umumi tasarımcısı arif e çok benzetirdi. Aynı zamanda Bartukan Bey şanson tarzı dinlemeyi sever ve çok şiddetli édith Piaf hayranıydı. 

Eskibey Ferdayı emekleme yıllarında How to dad videolarının sahibi jordan Watson izleyerek öğrendiği yöntemlerle yetiştirdi. O yüzden ferdanın el beceresi mahir, yaşıtlarına göre kabiliyeti yüksek olduğu anlaşılabilirdi. 

Evet Ferdacık sen Altaylardan Tunaya uzanan bir coğrafyanın kızısın. Sakın Mehmet Emin Yurdakul şiirlerini aklından çıkarma. Eskibeyin bu münfail kalbini onaracak herhangi bir alet henüz yaratılmadı. Eskibey seninle her zaman sitayiş içerisinde olacaktır.


Mecanin Katibin Mestanenin Amirin